Station eleven dizi İncelemesi

Son zamanlarda izlediğim en iyi dizi  Station Eleven. Dizi incelemesi dediğime bakmayın, ben sadece bana hissettirdiklerini paylaşırım. Eleştirmen olmak için Yazılımlarım uygun değil.

İnsanı öylesine derinden etkileyen bir yöntem kullanılmış ki, hikayenin ne olduğunu unutmak bile isteyebilir, bu büyünün etkisiyle yıllarca bu grupla dolaşabilirsiniz. Yönetmen sihri denen şey bu mudur bilmiyorum; fakat senarist arkadaşlarımın mutlaka izlemesini ve yorumlamasını isterim. Eğer izleyecekseniz beklenti ve alışkanlıklarınızı bir yana bırakmanız ve ilk üç bölümü geçebilmeniz gerekir. Ancak o zaman farklı bi şeyle karşı karşıya bulunduğunuzu anlayabilirsiniz. Hatta ben daha ikinci bölümde çöküş-hayatta kalma bahsinin, sanata, tiyatroya, çizgi romana bir güzelleme anlatısının gölgesinde kaldığını anladım, olur da her şeyi kaybedersek elimizde kalanın yarattığımız şeyler ve bunun toplamını yansıtan kültür olduğunun anlatıldığını görüp  şaşırdım. Bir Amerikan yapımından bu inceliği beklemiyordum belki!  Maalesef sadece on bölüm, fakat bence en doğru doz. Yıllar içinde değeri bilinip kült bir yapıma dönüşme ihtimali var. Şahsen ben dokuz puan verdim. An itibariyle medyatik olmamasının sebebi muhtemelen, savaş/kavga/teknik vahşet beklentisine boğulmuş eril zihniyetli seyircilerle, aşki güzellemeler, cinsellik temaları bekleyen diğerleri tarafından sıkıcı bulunmuştur. Genellemelerim için özür dilerim. Çünkü bu diziyi geç bulmuş olmamdan dolayı kendime kızgınlığım bu tür suçlamalar yaptırdı bana. İnsanız işte ne yapalım.

Dizinin değerini fark eden fakat  kültür dediğimiz şeyin sadece shakespeare olmadığını vurgulayan izleyiciler de var. Kesinlikle haklı bir gözlem fakat dizi dünyanın her yönünü arayıp neler olmuş bir felaket sonrası amacı taşıyan bir belgesel değil. Olay tam da bir shakespeare oyunu oynanırken başrol oyuncusunun(çok ünlü) sahnede ani ölümüyle başlıyor. Yumağın ucunu oyunculardan  ve izleyicilerden tutan yazar da doğal olarak onların devam öykülerine göz atmamızı sağlıyor, ölenler, kalanlar, ayrı düşenler, sadece belirli bir bölgenin yansıması bu hikaye. Duygusal ve doğrusal olmayan bir kurgu ve anlatı yapısıyla başlayıp sonlara doğru birer birer uçları çözüp/bağlıyor. Şahsen hiç ağlamadım fakat derin bir üzüntü çektim bitinceye kadar.(şaşkınlık ve merakıma ilaveten)

Dizi, bir kitap uyarlamasıymış;

Devamını oku “Station eleven dizi İncelemesi”

10 ESKİ TEKNOLOJİ

Eskilerde bulunan teknolojiler, anlam bulunamamış izler hep ilgimi çekmiştir. Yazılı tarih öncesine dair ne çok gizem var hala. Gerçekten de hep söylendiği gibi zaman her iki yöne doğru da gelişmeye devam ediyor. Sır şu an ve burada!

  1. Devasa Taş Küreler: 1939 yılında Kostarikanın güneyinde 500 kadar taş küre bulunmuş. Ağırlıkları 2 kg.den 16 tona kadar değişen bu kürelerin nasıl yapıldıkları ve neyi temsil ettikleri bilinmiyor. Bazıları insan ve hayvan heykellerinin yanında bulunmuş olan bu taşların astronomik bir  takvim olabileceği görüşü var, ancak çoğu yağmalanmış, yerinden kaldırılmış; bu nedenle de düzgün bir araştırma yapılamamış. 
  2. Roma Dodekahedronu: M.Ö. 200. yıla kadar uzanan tarihi ile 12 yüzlü, taş veya pirinçten yapılmış delikli bir obje. Her yüzünün pentagonal bir şekilde ve ortasında bir deliğin olduğu objeler. Avrupa’nın pek çok yerinde yüzlercesi bulunmuş, ancak ne işe yaradıklarına dair bir kayıt yok. Mumluk, su terazisi için zar göstergesi veya Roma Kartalına destek olarak kullanıldığı öne sürülmüş.
  3. Phaistos Diski: 1908 de Girit adasında bulunmuş. 15 cm. çapında pişmiş kilden yapılmış diskin Bronz Çağı ortalarına ait olduğu düşünülüyor. Her iki yüzünde 242 sembol kazınmış, bu sembollerin anlamı hala çözülememiş. Sembollerin diske mühürleme yöntemi ile basıldığı, dünyanın en eski yazılı objesi olabileceği düşünülüyor. Bir baskı aleti, müzik bestesi, varlık envanteri veya bir oyun olabileceği teorileri var. 
  4. Delhi’deki Demir sütun: 6 ton ağırlığında ve 7.21m.lik bu sütunun 1600 yıllık olması ve halen paslanmamış olması, üzerinde bulunan yazıların okunabilir olması dikkat çekici. Demirin içinde yüksek oranda fosfor olması ve Kristal yapısı altında yer alan demir hidrojen fosfat hidrat nedeni ile  korozyona dayanıklı olduğu düşünülmekte. 
  5. Ulfbert Kılıcı: Avrupa’nın farklı bölgelerindeki savaş alanında bulunan, yapımcısı bilinmeyen, MS 800 – 1100 yıllarında Vikingler tarafından kullanılmış ve 170 adet bulunmuş kılıç. Saf çelikten yapılmış ve üzerlerinde hala ne anlama geldiği çözülememiş Ulfbert sözcüğü var. (Ulfberht kılıçlarında kullanılan metal, günümüzde pota çelik olarak bilinir; modern dönemde iki farklı yöntemle yapılan çeliğe uygulanan bir terim ve bu yöntem bu kılıçlardan 800 sene sonra yapılabiliyor). O dönemde bu teknolojinin nasıl kullanılabildiği de açığa çıkmamış.
  6. Zhang Heng’ın Sismografı: Çinli astronom ve şair Zhang Heng’in yaptığı tarihin ilk sismografı.Yarattığı bakır aletin üzerinde farklı yönlere bakan ejderhalar, altında da ağızları açık olan kurbağalar vardı. İçinde sallanan sarkaç sayesinde sarsıntı sırasında ejderhaların ağızlarındaki toplar kurbağaların ağzına düştüğü sanılıyor. Ancak aletin orijinali  yok olmuş ve nasıl işlediği tam belirlenememiştir. 
  7. Yunan Ateşi:  Suyla karışınca ayrılamayan, yanıcı bir likit madde. Deniz savaşlarında kullanılmış. Çeşitli malzeme denemeleri yapılmış, kızgın kömür, kükürt ve zift karışımından oluştuğu, daha sonra MS 660’larda zift, reçine, kükürt, nafta, kireç ve güherçile ile zenginleştirildiği, MS 7. yüzyıldaki geliştirip etkisini arttırma işi Suriyeli bir göçmen olan Kallinikos tarafından geliştirilmiş. Video, formülün tekrarı için araştırmalar yapıldığı, ancak gerçek formülün bilinmediğini söylüyor.
  8. Şam Çeliği: Haçlı savaşları sırasında askerler daha önce görmedikleri bir kılıçla karşılaşıyorlar. , Müslüman ordularının kullandığı kılıçlar, şam çeliğinden yapılmış, esnek ve zarar görmeden taşı bile kesebiliyordu. Gerek çeliğin içindeki madenler, gerek dövme teknikleri ustaların ölümü ile tam öğrenilememiş. Bazı araştırmacılar şam çeliğini oluşturan maddeleri tam olarak bulduklarını söylemekte, hatta bir İspanyol üniv. Patent de almış. Ancak metalürji uzmanları arasında tartışma devam ediyor. 
  9. Antikythera Mekanizması: Çürümüş bu pirinç obje 2000 yıllık analog bilgisayar.1901 yılında Yunanistan Antikythera adası yakınlarında denizde bulundu. 82 parçaya ayrılmış pirinç objelerden oluşan aygıt, kozmik bir saat gibi. Ayın evrelerini, ayı, günü hesaplamak için kullanıldığı, ay tutulmaları ve olimpiyatların tam zamanının  hesaplamasını da yaptığı düşünüldü. (2002 yılında iki uzman, “linear tomografi” adlı özel ve gelişmiş bir görüntüleme yöntemiyle cihazı yeniden incelediler. Düzeneği oluşturan çarkların çok ayrıntılı görüntüleri elde edildi. Bu bilgiler ışığında cihazın çalışır bir kopyası yapıldı. Bu yeni düzenek, yalnızca ayın ve güneşin hareketlerini değil, Eski Yunanlıların bildiği gök cisimleri olan Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün hareketlerini de gösteriyordu.) Kimin ve nasıl geliştirdiği bilinmiyor.
  10. Voynich El Yazması: Polonyalı bir arkeolog olan Voynich tarafından bulunan el yazması. Karbon testi ile 15. Yüzyıldan kalma olduğu tespit edilmiş. Yazıldığı alfabe halen çözülememiş. İçinde botanik, biyoloji, astroloji gibi bölümleri ayırmak için kullanılmış pek çok çizim var. Ayrıca suyun içinde duran ya da yürüyen çıplak kadın minyatürleri var. Bu kadınlar tüp ya da mühürlerle iletişim kuruyorlar. (Vikipedia ise bu havuzda kadınlı çizimlerin balneoloji (kaplıca tedavisi – şifalı sular ) ile ilgili olduğunu söylüyor.

İnsan uygarlığının tam olarak nasıl bir bilinç ve teknoloji gelişim eğrisi çizdiği her gün biraz değişiyor, ezber bozan buluşlar oluyor hatta öyle ki, Göbeklitepe’nin keşfinin şoku henüz atlatılıp dünya ülkelerinin tarih kitaplarına intikal etmedi. Şaşkınlık mı sürüyor, başka sebeplerimi var bilemiyorum.

Resim bana ait suluboya

Aşkla yaz, aşkla boya, aşkla yarat, aşkla yaşa -Feryal Çeviköz yazdı

Aşkla yaz, aşkla boya, aşkla yarat, aşkla yaşa

 

Sibel Atasoy’un “Laniakea” adını verdiği romanı beşinci yayın yılını dolduruyor.

İyi bir kitap okumak isteyenler için hafıza tazelemekte yarar var.

Konfor alanlarında zorunlu olarak daha çok zaman geçirdiğimiz şu günlerde, oturduğunuz yerden bilinç ötesine yolculuk etmek iyi hissettirir. Gökbilimle ilgilenenlerin ve uzmanların bildiği bir kelime “Laniakea”, Hawaii dilinde “sınırları ölçülemeyen cennet” anlamına geliyor.

Fantastik Bilim-kurgu yazarlığı ve Urban şamanlık öğretisinin yol göstericisi olmanın yanısıra; bir felsefeci olarak tanımlayabileceğimiz Atasoy, son beş yıl içinde geliştirdiği Urban Şaman atölyeleriyle “Laniakea; Anayurt Lemurya” adını verdiği Fantastik Bilim Kurgu üçlemesinin ikinci kitabının hazırlıklarını yapmış. Ama aynı zamanda yoğun bir biçimde kendini resme de vermiş. Zaten yazının sonunda bir de sergi anonsumuz olacak.

Atasoy’un hem Şamanizm’e hem de felsefeye bakış açısı, Toltek bilgeliği, Hawaii Şamanlığı ve bilimsel açıdan da kuantumun çağrıştırdığı her şeyle uyum içinde; (ki zaten Urban Şamanlık, Huna ve Kahuna bilgeliğini içermekte olan bir prensip) taklit ve zorlama olmadan, akıştaki hayatı en keyifli biçimde yaşamak için çaba harcamak, istenç geliştirmek.

Bu tür bir bütünsel bakış söz konusu olduğunda, kadim öğretilerin kitabî çemberleri içinde sıkışıp kalmadan bağımsız bir üstdil oluşturmak daha olası değil mi?

Sanırım bunu oluştururken de, insanları mutsuz etmek için uğraşan dinler gibi asık suratlı, eleştirel ve çıkışı olmayan labirentlerde gezinmeye gerek yok.

Bu açıdan Sibel Atasoy’un pozitif enerjili anlatımları ve atölye çalışmaları da onu okuyan ve dinleyen kişiye de kendi yolculuğunda aydınlatıcı ipuçları sunuyor: Bütünsel bakış açısıyla özgürleşmek.

Roman Laniakea’nın en önemli özelliklerinden biri geleceğe yönelik yeni bir Dünya’nın penceresini aralarken, gerek anlatım dili, gerek olay dinamikleriyle geniş bir yaş yelpazesindeki okuyucuya sesleniyor olması.

Genellikle doğum ve ölüm anında yükseldiği düşünülen ve bilimsel olarak da “ruh molekülü” olarak tanımlanan DMT’nin, şamanlarda, sanatçılarda ve içsel sessizliği hakkını vererek deneyimleyen bazı insanlarda kendiliğinden yüksek olduğunu düşünebiliriz. Bu sayede algıları sıradan insanların algısından daha çok boyutlu, yorumlayış biçimleri de farklı olabiliyor. Böylece hem gerçek hayattaki hem de rüyadaki şifreleri görüp analiz etmekte daha fazla yetkinleşebiliyorlar.

Devamını oku “Aşkla yaz, aşkla boya, aşkla yarat, aşkla yaşa -Feryal Çeviköz yazdı”

Annelerin günü ve 7 prensip

İster bilimsel,ister mitolojik her ne yönden bakarsanız bakın kadınlar gizemli yaratıklardır. Biyolojik olarak çocukları olsun ya da olmasın anne özelliklerini taşırlar, bu hem rahim organı hem de yüksek oranda sağ beyin kullanımlarından ileri gelir bence. Evvel Allah sonra kadınlar biçimlendirir dünyayı ve bildiğimiz evreni. Bu güçleri tarihte ve hala bazı erkekleri korkutmuştur ve haklıdırlar da ancak korkuyla bir yere varılamayacağı da açıktır. En iyisi bu gizemi ve açık şefkati hak etmeye çalışmak, alıp başına koymaktır benim bu hayattan çıkarsadığım..
Diyelim bir sebepten ötürü daha önce ayak basılmamış bir kıtaya göçmek zorundasınız, kadın sayısı üç kat fazla değilse tüm emekler boşa gider, soyunuz tükenir. Bu sadece doğurma olayı gibi düşünülmemelidir.Daha önce ayak basılmamış yerde her şey aynı zamanda biçimlendirilmeye muhtaçtır.
Üstelik ortak bir kaç özelliklerini sayabilsek de aslında onlar bir bilinmez olarak kalırlar, her bir kadın/anne kendine özgüdür; siz onu anlayamazsınız. Kendisi de kendini anlayamaz 🙂
Neyse işte, çok biliyormuşum gibi uzattım. Anneler gününüz kutlu olsun, sağlıklı mutlu yaşayın dünya hediyeleri ve lütfen gücünüzün farkında olun. 😍🌈🥰😇🧐.
*
Ünlü, büyük usta kahunalar bir araya gelerek atalarından alıp devam ettirmekte oldukları bu sistemi (Huna bilgisi yani Hawaİ Şamanlığı) en sade hale getirip, hiçbir yanlış anlaşılmaya mahal bırakmadan anlaşıldığında, bütün konunun da anlaşılmış olmasını istemişler. Çalışmalarının sonucunda bunu 7 ana prensibe indirgemişler. İşte bu 7 ana prensibin içselleştirilmesi oldukça önemli, çünkü yapı bunun üzerine kurulacak.
Bu arada şu cümleyi not edelim, gözümüzün önünde dursun, ara ara kullanalım, düşünelim.

Devamını oku “Annelerin günü ve 7 prensip”

Haftanın kurguları

Gizem ve gerilim sevenler için The İnvisible Guest filmi çok iyi bir seçim olur. Sizi aynı olayın tamamen farklı çözümlerine ikna edip ters köşe olmanızı sağlayan Agatha tarzı bir suç ve vicdan azabı filmi.
Görünmeyen misafir ismiyle perdeye akseden filmde, Contratiempo tüm hikayesini sürekli olarak filmdeki kadın avukat Virginia Goodman’ın ağzından duyduğumuz “Detaylara ihtiyacım var. Olabilirlik ayrıntılara dayanmaktadır.” cümlesi üzerine kurmakta ve filmdeki söz konusu davanın çözümü yolunda ortaya çıkan her ayrıntıda gerçeklik de yön değiştirmektedir. Film çoktan işlenmiş bir suçun davasının devam ettiği bir günde başlar. Adrian Doria isimli medyanın da parlattığı ve Asya firmalarıyla yeni iş anlaşmaları yapan, Yılın Adamı olarak adlandırılan genç bir iş adamı bir süre önce sevgilisiyle kaldığı dağ otelinde sevgilisi Laura Vidal’ın ölü bedeni başında yakalanmış ve cinayet zanlısı olarak tutuklanmıştır.
İzlenmeye değer bir film.

*

Galaktik Çömlek Tamircisi – Philip K. Dick

Galaktik Çömlek Tamircisi ekonomik ve politik baskıların kıskacında ruhu adeta kırık bir çömlek gibi parçalanmış, hayatın anlamına dair pusulasını yitirmiş, ona el uzatan rehberlerinin şarlatan olduğunun farkına varmış 21. yy insanına, yazıldığı 1969 yılına göre çok daha fazla hitap ediyor. İstediği şekle girebilen Glimmung, her yerde olabilir. Hatta belki de bu yazıyı okuduğunuz bilgisayarın veya telefonun kılığına girmiştir. Kafanızda beliren bir düşünce veya gördüğünüz rüya, Glimmung’un ilettiği telepatik ilhamlar olabilir. Ve Glimmung sizi davet ediyor, Sirius 5 gibi uzak bir gezegende olmasa da, içinde yaşadığınız gezegendeki “kırık çömlekleri” tamir etmeye, daha doğrusu iyileştirmeye. Bu onarım işine çok geç olmadan başlamalıyız. Daha kapsamlı izahat için BKK’yı ziyaret ediniz.
Kitabı çok beğendim, derin düşüncelere ve çıkarımlara yönelten öngörüsü ve dili harika üstelik tüm bunları hiç tekrara girmeden mütevazi şekilde 224 sayfada yapabiliyor olması PKD’nin ustalığının bir ispatı.

Bir kaç alıntı yapmadan da geçemiyorum:

Bu arada önceki gün gerçekleştirdiğimiz BAK sorumuza da cevap geldi!
Aslında her birimiz poliensefalik bir varlıksak?

Devamını oku “Haftanın kurguları”