Tarantino – Bir zamanlar Hollywood’da

Tarantino 9. filmi olan Bir zamanlar Hollywood’da filmi ile büyücülüğün alt dalı olan hikaye anlatımı üzerine güzel bir örnek sergilemiştir. Tarihi değiştirmek ve kutsamak için yapılan bu tür girişimler her zaman takdirimi kazanır. Tarihi insanların hikayeleri belirler ve hikaye anlatıcıları mitlerin, mitolojinin, tarihin yaratıcılarıdırlar. Konuya daha açıklık getirmesi için hoş bir alıntı ekliyorum.

Ona yetkinleşme düzeyinin ne olduğunu sordum. Saf anlayış, diye yanıtladı. Böylesine ani bir erke değişimi yaşayabilmek için, kişinin niyet ile temiz bir bağlantı hattının olması gerekirmiş ve bunun için de saf anlayışla bunu niyet etmek gerekirmiş.

Doğal olarak ondan saf anlayışın ne olduğunu açıklamasını istedim. Güldü ve bir banka oturdu.

“Sana büyücülük ve büyücülerin eylemleri hakkında çok temel bi şey söyleyeceğim,” diye devam etti. Düşüncelerinin kavranamaza doğru attığı perende konusunda.”

Bazı büyücülerin öykü anlatıcı olduklarını söyledi. Öykü anlatmak yalnızca algı sınırlarını genişletmek için öncü koşucu göndermek değil aynı zamanda kusursuzluğa, erke, ve tine bir geçit, bir kapı açmak demekmiş. Bir süre verecek uygun bir örnek ararcasına sessiz kaldı. Sonra, bana Yaqui Kızılderililerinin ‘unutulmaz günler’ dedikleri bir tarihi olaylar derlemine sahip olduklarını anımsattı. Unutulmaz günler dedikleri hikayelerin onların topraklarını işgal eden İspanyollar ve Meksikalılarla verdikler savaşların kulaktan kulağa anlatımı olduğunu biliyordum. Kendisi de bir Yaqui olan don Juan, gönüldeş bir edayla, unutulmaz günlerin kendi ulusunun yenilgi ve dağılışının anlatısı olduğunu vurguladı.

“Peki,” dedi, “okumuş bi adam olduğuna göre, bi öykü anlatıcı büyücünün unutulmaz günlerden bi anlatıyı alıp—örneğin Calixto Muni’ninkini— sonunu değiştirmesine, İspanyol cellatları tarafından sürülüp, bedeninin dörde bölündüğünü söylemek yerine ki işin gerçeği budur, onu halkını kurtaran muzaffer bi asi olarak anlatmasına ne derdin?”

Calixto Muni’nin öyküsünü biliyordum. Unutulmaz günlere göre, savaş stratejisi öğrenmek için, Karayib’lerde bir korsan gemisinde yıllarca çalışmış bir Yaqui Kızılderilisiydi. Sonra Sonora’ya dönmüş, İspanyollara karşı bir özgürlük isyanı başlatmayı başarmış ve sonuçta ihanete uğramış, yakalanmış, ve idam edilmişti.

Don Juan bir yorum yapmam konusunda tatlı dille ısrar etti. Gerçek anlatıyı onun söylediği şekilde değiştirmenin, bu öyküyü anlatan büyücünün olayı aslında olmasını dilediği şekle dönüştürdüğü psikolojik bir amaca hizmet ettiğini söyledim. Ya da belki son derece kendine özgü kişisel bir tavırla olaya dair öfkesini ancak bu şekilde yatıştırabiliyordu. Böyle bir büyücüye, acı yenilgiyi kabullenememesi dolayısıyla vatansever biri diyebileceğimi de ekledim.

Don Juan nefesi kesilene kadar güldü.

“Ama bu tek bi büyücünün sorunu değil,” dedi, “bunu hepsi yapar.”

“O halde bu bütün bir toplumun bilinç altı isteğinin ifade edilmesinin yine aynı toplumca onaylandığı bir düzenbazlık,” diye karşılık verdim.

“Savın çok ikna edici ve mantıklı,” dedi, “ama tinin ölü olduğu için ondaki hatayı göremiyorsun.”

Söylediğini anlamaya davet eder şekilde tatlı tatlı süzdü beni. Söyleyecek herhangi bir şeyim yoktu, bir şey söylersem bu beni hırçın gösterebilirdi.

“Gerçek anlatının sonunu değiştiren bi büyücü,” dedi “bunu tinin doğrultusunda ve onun desteği altında yapar. Çünkü o, niyet ile olan eşsiz bağını kullanarak gerçekten bi şeyleri değiştirebilir. Öykü anlatıcı büyücü şapkasını çıkarıp yere koyar ve onu saat yönünün tersi doğrultusunda üç yüz altmış derece döndürerek buna niyet ettiğini ima eder. Tinin desteği altında, bu basit eylem onu tinin kendisine daldırır. Böylelikle düşüncesinin kavranamaza doğru bi perende atmasına izin vermiş olur.”

Don Juan kolunu başının üzerine doğru kaldırarak, bir an ufkun üzerindeki gökyüzünü işaret etti.

“Saf anlayış oradaki enginliğe doğru giden öncü bi koşucu olduğundan,” diye devam etti, “öyküyü anlatan büyücü içinde kuşkunun zerresi olmadan bilir ki, orada, sonsuzlukta, tam şu anda, tin inmektedir. Calxto Muni, zaferi kazanmıştır. Halkını kurtarmış, amacı, kendisinin ötesine geçmiştir.”

Kurgulardan seçtiklerim

The Professor and the Madman (Deli ve Dahi)

2019 İrlanda yapımı dram/biyografi sınıfındaki bu filmin baş rolleri yıldız parlıyor! Yönetmen koltuğunda Farhad Safinia’nın oturduğu biyografik yapımın başrolleri Mel Gibson ve Sean Penn.

Oxford İngilizce Sözlüğü’nün yaradılışının gerçek hikayesini konu ediyor. Professor James Murray, gerçekleştirmek istediği proje için gecesini gündüzüne katarak çalışmaktadır. Onun amacı, Oxford İngilizce Sözlüğü’nün  ilk baskısını hayata geçirmektir. Çalışmalarını sürdürdüğü sırada Murray’in eline akıl hastanesinden büyük bir çalışma gelir. Tehlikeli hastaların konulduğu bir akıl hastanesinde yatmakta olan Dr. W.C. Minor, profesöre 10,000 kelimelik bir çalışma gönderir. Minor’un gönderdiği bu liste, ikilinin yollarının kesişmesine neden olur. Filmde bir aşk hikayesi de var ve paranoyanın sanırım iyi bir örneği de sergilenmiş. Olay binsekizyüzlü yılların sonunda geçiyor. İzlenmeye değer olduğunu rahatça söyleyebilirim. (sözlük deyip geçmemek lazım. Hele sözlüğe geçirilen, üzerinde güneş batmayan büyük Britanya’nın lisanı olunca siz düşünün artık)

karanlık sular, roman

Bu hafta okuduğum polisiye romanın anlatımı her ne kadar başarılı olsa da hikaye beklentimin altında kaldı. Bir polisiyeden çok aileler arası ilişkilerin anlatıldığı roman, karakterlerin bakış açısıyla anlatılmış. Ayrıca nerdeyse kitabın yarısına kadar kim kimdir akılda kalmıyor çünkü bazen tam isimleri bazen kısaltılmışlarını kullanıyor, üstelik bunlar birbiriyle bütünsel bir ilişki içinde değiller, her biri kendi kitabını yazmış gibi. Yazar çok övüldüğü için almıştım fakat benim gibi polisiyeci birinden ancak orta düzey not alır.
Bir gün ansızın Julia Abbott’un kapısı polisler tarafından çalınır. Julia tehlikeyi sezmiştir. Sevmediği ablası Daniela’nın ilgisini çekmek için başına belaya soktuğunu düşünür. Ancak polisler ablasının öldüğünü söyler. Bunun üzerine Julia Çocukluğunun geçtiği Değirmene gider. Ablası ardında bir kız çocuğu bırakmıştır. Kızını babasız büyütmüştür. Adı Lena’dır.

*

a kind of murder- film

İşte polisiye diye buna derim. Zaten beğendiğim yazar Patricia Highsmith’ın kitabından uyarlanmış. Müziği, gerilimi, geçtiği ortam da gayet uygun seçilmiş. Polisiyeyi şiddet ya da korku zannedenlere pek uymaz.
1960’ların New York şehrinde geçen hikaye, aydınlatılmamış bir cinayetin peşinden sürüklenen, bu sürüklenmede zaten sorunları olan evliliğine daha büyük darbeler alan, aslında mimar olup polisiye hikayeleri dergide yayınlanmış olan Walter’ın içine düştüğü olaylara ışık tutuyor. Filmin sorusu: “Birinin ölmesini istemekle bunun gerçekleşmesi için çalışmak arasındaki fark nedir?”
Öneririm

*

Ben, Robot-kitap

Dev yazar #asimov , “garip oyun arkadaşı”isimli öyküsünde robotun tekine şöyle diyordu: İstese de istemese de, sadık, sevecen, kibar biri. Makine sonuçta; öyle yapmışlar. #benrobot kitabı hem birbirinden ayrı hem de birbirini bütünler 11 öyküden oluşuyor. Başka yazarların kendi kabiliyetlerince değişik zamanlarda ve halen kaleme aldıkları öyküler romanlar filmler Asimovun ortaya koyduğu bu kaidenin üzerinde yer almadıkça okuyucu tarafından gerçekçi bulunmuyor😀bu sebeple #bilimkurgu ya ilgi gösterip başlayanların ilk okunası kitabı bu olmalı #robotbilim #pozitronik

Instagram’da Sibel Atasoy_ “Sayfaları kaydırın lütfen. Dev yazar #asimov , “garip oyun arkadaşı”isimli öyküsünde robotun tekine şöyle diyordu_ İstese de istemese de…”

Robotlar söz konusu olunca, insan rahatsızlıkları romantik analojilerden ibarettir. #asimov peki insanı #robot tan ayıran keskin bir çizgi var mı sizce?#bilim #bilimkurgu #hastalık #bilinemiyen #sorgulayan #irobot #benrobotokumadan #insanolmak konusunu irdeleyemezsiniz #mukayese ye ihtiyaç var#insanbilimi #robotbilim

Instagram’da Sibel Atasoy_ “Robotlar söz konusu olunca, insan rahatsızlıkları romantik analojilerden ibarettir. #asimov peki insanı #robot tan ayıran keskin bir çizgi…”

 

 

Fahrenheit 451 ile başlayan hafta

Fahrenheit 451

“Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Anayasanın dediği gibi, herkes hür ve eşit doğmaz ama herkes eşit hale getirilir! O zaman herkes mutlu olur çünkü sinmelerine yol açacak, kendilerini kıyaslayacakları dağlar yoktur. Yani! Yandaki evde bulunan bir kitap, dolu bir tabancadır. Yak onu. Silahın mermisini al.”

Yıllar önce Sarah connor Chronnical dizisini izlerken “insanlar gelecekte robotların idareyi ele almalarından neden bu kadr korkuyorlar?” diye düşünmüştüm. Sonraki yıllarda bazı ünlü bilim insanlarından, bilişimcilerden giderek artan bir tempoda bu düşüncen dillendirildi hatta iş uyarı yapmaya kadar gitti. Bunlar olurken aslında ben cevabı bulmuştum! Fakat bu kitabı okuduğumda ihtiyacım olan onayı da almış oldum. İnsanlar geleceği robotların ellerine geçirmesinden korkuyorlar çünkü zaten çoktan birer robota dönüşmüş olduklarını ve bunun giderek bariz hale geleceğine dair en dipten gelen iç seslerini duymaktalar!
Bilimkurgunun, geleceğin oluşumundaki katkısına ilaveten insanın komplike yapısına dair en büyük ip uçlarını bilerek ya da bilmeyerek taşıdığını biliyor muydunuz? Eğer bilimkurgu film ve kitapları doktorlara psikologlara ders niteliğinde sunulmuş olsaydı, örneğin inception filminin derinliğine varmış, rüya görüşmeciliğini öğrenmiş bir psikoloğun danışanlarına yardımı şimdikinin on katı olurdu. Beni hayalci ya da iddialı bulmanıza şaşırmam, bazen evet öyleyim ama bu söylediklerimde değil 🙂 Bunlar güncel hale gelmiş sonuçlardan ibaret.

Kitaplar, gösteri alayı geçerken Sezar’a “fani olduğunu hatırla Sezar” diyen muhafız kıtası gibiler.

Birincisi; nitelikli bilgi. İkincisi; onu hazmetmek için gerekli SERBEST ZAMAN. Üçüncüsü ise ilk ikisinin etkileşiminden öğrendijlerimizle temellenen eylemlerde bulunma hakkıdır.

Bu kitap etkileyici, sade, çok içten yazılmış evet bunu zaten herkes biliyor, ödüller almanın ötesinde zihinlere ve kalplere işlemiş, önemli olan da bu. Hele benim gibi okumayı öğrendikten beri en yakın en samimi ilişkilerini ve aşklarını kitaplarla yaşamış biri için ayrıca çok hüzünlü, unutulmaz sınıfında yer alacağı kesin gibi (şimdilik böyle diyorum çünkü henüz duygularım çok taze ve ben zaten pek genç değilim) görünüyor. Kittabın sonunda Yazarı Ray Bradbury’nin sesli bir notu var, onun girişinden de bir alıntı yaptım, anılarımda saklamak istiyorum. Teşekkürler Ray, iyi ki yaşadın.

*

The wife, film

Devamını oku “Fahrenheit 451 ile başlayan hafta”

Okuduğum, izlediğim yeni kurgular

Gentleman Jack, Digi’nin yaz dizilerinden ilgi çekici birisi. Zaten yaz boyunca seyredilebilecek ikinci dizi de bu denebilir.
On dokuzuncu yüzyılın başlarındaki Endüstri Devrimi yıllarında Anne Lister, Batı Yorkshire’daki Halifax’e geri döner… Genç, güçlü, erkek giyimli ve tavırlı bir kadın olan Anne’in atadan kalma malikanesinin kaderini değiştirmek için ettiği mücadeleyi anlatan dizide zamanın kadın hakları, asil aileleri, yaşamları ve cinsel tercihlerin yasakları ön planda. İngiltere kırsalını zaten severim, çekimler güzel, oyuncular da daha şimdiden rollerine adapte olmuş görünüyor. Merakla izliyorum.
*
Kız Kardeşim Seri Katil– roman
Polisiye gerilimin hakkını veren bir roman. Hem kullandığı dil hem de uyandırdığı merak gayet dozunda. Çok zamandır özlediğim o alaycı, mizahi ve acı tonların hepsi iç içe geçmiş. Üstelik bir ilk roman!
Braithwaite bu romanda şiddet, sadakat ve ailenin dramatik yapısını ve içinde bulunduğu çıkmazı anlatıyor. Bu arada kız kardeşlik bağlarının da sorgulandığını görebiliyoruz. Olayın, Nijerya’da geçiyor olması da bizim için biraz yakınlık hissi veriyor, ne de olsa batı dünyasından çok farklı bir kültür.
*
City on a Hill; yozlaşmanın, yolsuzluğun ve ırkçılığın adeta gündelik yaşamın bir parçası haline geldiği, şiddetli suçlarla dolu Boston şehrini mesken tutuyor. 1990’lı yılların başlarında geçen dizi, bölge savcısı Decourcy Ward ile yozlaşmış olmasına rağmen saygın bir FBI ajanı olan Jackie Rhodes’un kurduğu sıra dışı ittifakı konu alıyor. Dizide, kentin tüm adalet sistemini değiştiren bir davayı üstlenen ikilinin yaşadıkları olayları izleyeceğiz.
Ben Affleck ve Matt Damon’ın yapımcılığını üstlendiği, Kevin Bacon’ın başrolünde yer aldığı City on a Hill dizisinin ilk iki bölümünü izledim. Polisiye dediğin böyle olur, uzun zamandır özlediğimiz oyunculuk, senaryo titizliği, ironik bir dil, müzik hepsi var görünüyor. Sıradan savcı avukat dizileri bu tür yapımların yanında çocuk işi gibi kalıyor. Toplamda kaç bölüm olacak bir fikrim yok şu anda Digitürk’te gösterimde.
*
İnception
Bu eski filmin ne işi var burada derseniz benim için hiç eskimiyor, tıpkı zamanında Matrix’e, Dövüş Klübü’ne, 13.Kat vs gibi kült filmlere yaptığım gibi önüme her geldiğinde yeniden izliyorum. Film her seferinde değişip netleşiyor çünkü ben değişmiş oluyorum.
Bilimkurgu dendiğinde ilk aklımıza gelen uzay oluyor sanırım, özellikle genç ve çocuklar nezdinde .
Uzay yalnız dışımızda mı?

Devamını oku “Okuduğum, izlediğim yeni kurgular”