Eterik beden nedir? İnsan Kalıbı mı? Ruh mu?

Eterik Beden, insan enerji sisteminden gelen ana enerji kütlelerinden biridir. Diğer ana bedenler Astral ve Nedensel Vücut’tır. Bu bedenlerin her biri giderek daha ince bir enerjiden oluşur.

Eterik beden fiziksel vücudun tam bir kopyasıdır. Ana işlevi güneşten gelen ışığı ve ısıyı emmek ve bunları fiziksel vücudun tüm bölgelerine iletmektir. Eterik gövde, daha yoğun fiziksel gövdenin üzerine inşa edilen arketip olan fiziksel vücudun kalıbıdır. Çoğu insan için eterik beden görünmezdir, görebilenler onu fiziksel bedenin çevresinde yaklaşık 5 cm genişliğinde mavi-gri buzluymuş gibi olduğunu, dakikada 15-20 kez titreştiğini tarif ediyorlar. Eterik beden genellikle ana oluşturucu veya fiziksel gövdenin matrisi olarak adlandırılır.

Burada bence en önemli husus; onun fiziksel bedenimizin organlarına eşdeğer biçimde bağlanmış oluşudur. Fiziksel bedenden bir organ çıkarılırsa, eterik organ hala vardır. Ve ilk zaman duyduğumda çok şaşırdığımı hatırladığım, örneğin fiziksel olarak artık olmayan bir kolun hala ağrımakta olduğunun söylendiği olaylar, işte o organın eterik bedende halen orjinal olarak bulunuşudur.

Bir diğer çok önemli husus da duyularımızın; Eterik, astral ve fiziksel bedenler arasında bir bağlantı aracı olmasıdır. Beş duyunun çalışmasına nedeni Eterik bedenimizdir ve bu sayede madde dünyasını deneyimleriz. Eterik vücut aynı zamanda daha ince dünyaları deneyimlememiz için de bir kanal sağlar.

Beni en çok şaşırtan ise Eterik bedenin, kişinin ego benliği tarafından şekillendirildiği olmuştur. Bir insan ruhsal bir yoldayken eterik beden ruh enerjisinin vericisi olur. Düşüncemiz madde dünyasına odaklıyken fiziksel bedene canlılık, sağlık, yaşam verir. Yani enerjileri yüksek bedenlerden fiziksel bedene indiriyor diyebiliriz. Eterik yapımız, sinir sistemi, kan akımı ve endokrin sistem aracılığıyla fiziksel bedene ileten yaşam gücünün alıcısıdır.

Ezoterik ustalar ve şamanlar Eterik bedenin fiziksel vücuttan ayrılabildiğini, ancak ondan çok uzağa gidemediğini söylüyorlar. Eterik vücudun fiziksel vücuttan herhangi bir şekilde ayrılması genellikle enerjide önemli bir azalmaya neden olur. İşte tam bu noktada ben “buldum buldummm!” moduna geldim. Hatırlar mısınız bilmem, yıllarca kitabını okumanızı önerdiğim, sonra her nasılsa mucize olarak dizisinin yapıldığı, Philip Pullman’ın His dark Materials üçlemesindeki ana konu ve sahneleri hatırladım. Konuyu dağıtmamak için aşağıya bir not ve video ekledim.

Astral ile eterik beden arasında bir ‘eterik ağ‘ bulunur. Şifacı ve yazar Simon Heather, bu ağın, özel bir enerji türü (prana) ile nüfuz eden tek bir atom katmanından oluştuğunu söyler. Bu kanallar psişiklere, dışa doğru yayılan ve enerjiyi hareket ettiren parlak telli saçlar olarak görünür. Eterik çakralar çift işleve sahiptir. Birincisi, pranayı fiziksel vücuda geçtiği yerden eterik vücuda emmek ve dağıtmak ve böylece canlı tutmaktır; ve ikincisi, fiziksel bilince daha yüksek bilgelik getirmek.

Eterik bedenin kendine ait bir hayatı yoktur. Fiziksel bedenin ölümüyle eterik vücut çözülür ve enerjisi genel eterik alana geri döner.  Yine Heather’ın söylediğine göre hamilelik esnasında, elementel bir varlık tarafından eterik enerjiden bir fetüs prototipi oluşur. Doğumda annenin psişik varlığı bebeğe uzanır. Bebeğe elektrik vücudunun bir kısmını verir.  Bu temel varlık, anne karnında gelişmeye başladığımız andan ölene kadar bizimledir. Fetüsün büyümesi, enkarnasyon yapan kişinin karması ile kontrol edilir. Yeni vücut büyüdükçe, eterik madde vücudunu inşa etmek için anneden alınır. Bu noktada akla Carlos Castaneda’nın öğrettiklerini hatırlamış olmalısınız (eğer konuya vakıfsanız):

Çocuğu olan insanların Karın bölgesinde oluşan kara delik. Bu bir enerji azlığı ve kişinin bu dünyaya gelme sebebini gerçekleştirme konusunda artık bir zorluk(imkansızdır demeye dilim varmıyor!) ortaya çıkarır.

Ayrıca Eterik bedenin fiziksel oluşum için oluşturduğu prototip ne kadar da “insan kalıbı” tanımlamasını andırıyor! Castaneda serisinde bunun için söylenenler şöyledir:

Devamını oku “Eterik beden nedir? İnsan Kalıbı mı? Ruh mu?”

Manevi alanlara Yöneliş

Dünyada özellikle son 30 yıldır giderek artan oranlarda manevi alanlara yönelindiği biliniyor. Bunların içerikleri, dinler, uzak doğu öğretileri, şamanik olgular ya da amerikanın modernize ettiği ve bir çok başlık altında öne sürülen tüm yöntemler dahilinde değişse bile amaç aynı; maneviyata yöneliş.
Fakat bu “manevi  yönelişin”hangi amaçla böylesine hızlandığına dair gerçek bir araştırma var mı bilmiyorum. Bana sanki teknolojinin sıçrama yapışı ve acımasız bir büyüme gösteren kentleşme, doğadan kopuşla gelen yalnızlaşmanın bir sonucuymuş gibi geliyor. Yani aslında insanlar bu boyutun gerçekliğinden kaçmak için uğraşıyor gibiler. Bazı kişiler bu gidişatı engellemek için manevi arayışı küçümseyip çeşitli aktivitelerde cesurca yer alıp bizzat ellerini taşın altına koyuyorlar, bu da ayrı bir grup oluşturuyor kanımca.
Yukarda belirttiğim yöneliş sebeplerinden eksik bıraktığım şey ise bilinçlenme arzusu; bunu hangi sebeple talep ediyoruz diye baktığımızda kısaca “görüş alanımızı” artırmak, hayatla daha kolay baş etmek, problemlerimize daha geniş perspektiften yaklaşıp onları anlayabilmek ve sonuç olarak İLİŞKİLENDİRME kabiliyetimizi artırmak diyebiliriz. 

Eski yazılarımda ben de sık sık belirttim; “şimdi ve buradan başka zaman-uzay” yok ki nereye kaçacaksınız diye sordum. Yanlış anlaşılmasın, tüm bu arayışları gayet olumlu buluyorum fakat amaçta bir aksama seziyor, hatta bunca yıl sonunda fiilen gözlemliyorum. Bazen kişilerin kendi farkında olmadıkları biçimde; ya bu dünyada elde edemedikleri farklı güç/güçler elde etme peşinde olduklarını yahut bu dünya koşullarında tüm isteklerini karşılamış olup, oluşan boşluğu doldurmak isteğinde olabileceklerini sanıyorum.
Peki neden böyle düşünüyorum?

“maneviyat, bir din değiştirme, bir inanç ya da kanaat sorunu değildir; dünyada olma tarzıdır. en belirsiz ve basit hareketlerimizde yansıması görülür: yürüme ve yemek yeme tarzımızda; diğer insanlara açık olmamızda; zaman, iktidar, kader ve sessizlik karşısındaki tefekkür tarzımızda; kısacası fikir olmayan, ideoloji olmayan her şeydedir…” Der  İranlı yazar Daryus Şayegan Yaralı Bilinç isimli kitabında. Hatta şöyle bir anektod olduğu da söyleniyor:

Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir adam, iran’a döndüğünde ülkesine kavuşmanın heyecanı içindedir. evine gitmek için tahran havaalanı’nda bir taksiye biner. yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. şoför sorar:
“tütüncüde ne yapacaksınız beyim?”
“sigaram kalmamış… iki paket sigara alacağım.”
“alamazsın beyim, sigarayı artık camide satıyorlar!”
“camide mi satıyorlar? yahu, cami allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?”
“hayır beyim! ibadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.”
“peki, o zaman eğitim nerede yapılıyor?”
“eğitim hapiste yapılıyor beyim!”
“hapiste hırsızlar, soyguncular yok mu?”
“onlar artık mecliste beyim!”

Maalesef ben bu kitabın yalnızca özetini okumuşum, kendini de bulursam almak üzere listeme ekledim. Yine orada şöyle bir cümle dikkatimi çekti:

“İslamdaki buhran hakkında; “âlimlerin yeni bir epistemeye geçecek riski göze alamamaları” tabiri kullanılmış. Bu konuda uzman bir görüşüm yok fakat Hristiyan papalığının aynı zafiyeti kendi içinde halledebilmek adına son yıllardaki revizyonist bildirileri öyle sıklaştı ki, duyunca artık şaşırmıyor sadece gülümsüyoruz.

Şimdi benim kısaca özet verdiğim yazılarıma alışmış olan dostlar neden konuyu uzattığımı merak edebilir, onu da dürüstçe itiraf edeyim: Bu iç döküşe başladığımda tam da “peki ben neden böyle düşünüyorum” diye sorup kendi fikrimi açıklamak üzereyken araya bir şeyler girdi ve uzun süre ben bu konuya dönemedim, fakat unutamadım da. O başlangıcın üzgün üzgün beni beklediğini göz ucuyla fark ediyordum. Fakat ne diyeceğimi unutmuştum! Şimdi siz de benim gibi gülüyorsunuzdur. Bu sabah kalktım ve aslında niyetimin ne olduğunu hatırlama çabasına giriştim; çünkü bilen bilir bende sıfır ezber, herhangi bir şey söylüyorsam tam o anda bana intikal etmiştir, aklımda önceden (en azından bilgim dahilinde) bi şey kalmaz. Dolayısı ile ben şimdi ve burada acaba bu başlangıcı sonuca erdirebilir miyim diye bulunuyorum. Göreceğiz bakalım.

Galiba sorunun kökeni madde ve mananın çok keskin çizgilerle birbirinden ayrılmasında yatıyor. Ve bu dualitik katılaşma sanırım, kurumsallaşan dinlerin orta ve yani çağ boyunca barizleşen hatta giderek zalimleşmeye varan gelişimini yıkmak, ya da dengelemek adına son 300 yılda bilimsel yöntemi benimseyenlerin de aynı tarzda çalışmasından, üstelik önceki bağnazlığı yıkmaya çabalarken bu kez kendi kazdığı kuyuya düşmesiyle oluştu. Böylece madde ve mana; bilim ve din gibi tuhaf ötesi bir taraflaşma ortaya çıkardı. Bu durumu sosyologlar felsefeciler daha güzel kelimelerle ifade etmişlerdir muhakkak, ben sadece kendi görüşümü belirtiyorum.

Beni bu duruma uyandıran yaklaşık 25 sene önce dikkatimi çeken ve yoğun olarak anlamaya çabaladığım Kuantum fiziği oldu. Anlama girişimlerimi hem on binin üzerinde makale ve kısa yazılarımda hem de kitaplarımda rahatça görebiliyorum. Çocukken ve gençken çevremi ve olup biteni gözlemlerken (ki iyi bir gözlemciyimdir) bir terslik olduğunu hep görüyordum fakat insanların bunu neden düzeltemediklerini anlayamıyordum, çünkü çok zeki, kültürlü bir çok insan vardı, yaşayan ya da geride bıraktıkları eserlerle iz bırakanların yol göstericilikleri neden toplumdaki bu tarafgirliği alt edemiyordu? Üstelik yine bahsettiğim manevi alanlara yöneliş, bilim insanlarında da sıklıkla rastlanıyordu. Buna paralel, manevi alanda uzmanlaşmış bazı kişilerin de bilimsel yöntemlere ilgi gösterip kendi savlarını onaylatma ihtiyacına da şahit oluyordum. Belli ki madde ve mana dualitesi tarafların zeki ve sezgisel olanlarınca fark edilmiş ve bu olguların sentezini yapma çabası bariz hale gelmişti. İnsanlar bu sentezi neden yapamıyordu? Bana göre “amaç ve araç” kavramlarını karıştırmıştık! Araçlar sanki sihirli biçimde amaç halini almıştı! Bunu çok çok yıllar önce fark ettim ve bir zamanlar sürekli bunu yazardım. Şimdi kendime gülüyorum.

Uzun süre şamalıkla ilgilendim hatta Toltek bilgeliği konusunda seneler süren gayrı resmi doktora öğrenciliğimden de bahsedebiliriz. Derken, bilinen insanlık tarihinin çok öncelerinden kopup gelen bir öğreti ile Huna Bilgisiyle karşılaştım! Bu benim için kuantumdan sonraki ikinci milat oldu 🙂 Türkiye’de bilinmiyordu, yabancı kaynaklar tercüme edilmemişti sadece tek ve bence asıl kıymeti anlaşılmamış bir özet halinde Türkçeye kazandırılan “Kahuna Şifacılığı” isminde yayımı eskice bir kitap buldum. Okurken inanamadım. Şaşkınlık tüm benliğimi sarmıştı. Sonrasında yazarı Sergei Kahili King’in hakkında araştırma yaptım, vidolarını izledim ve tüm kitaplarını getirtip kendimce tercüme ettim. Ve bu sayfalarda Kategori kısmında göreceğiniz “Urban Şaman” konsepti içinde detaylı bir biçimde anlatmaya, bu konuda atölyeler düzenlemeye başladım.

Peki neydi beni bunca heyecanlandıran? Aslında var olmayan madde-mana ikiliğinin ispatıydı tabii. Üstelik kuantumun felsefi içeriğiyle fevkalade uyuşuyordu. İki miladım bir olmuştu. Bunun nasıl olduğunu anlatmak için 3000 yazı daha yazacak sabrım yok haliyle :))) Sadece adres vermekle yetiniyorum. Her birimizin yolu ve miladı farklıdır, biriciktir, buna rağmen ortak bilincimiz, dünyanın bilinci, zaman ve uzaydan bağımsız olarak bunların hepsinin şaşmaz bir ortalamasını alır. Bunu da fark ettiğimde BAK Birleşik alan kullanımı oyunu/performansı adında bir uygulama başlatmıştım. Verdiğim adreslerde yüzlerce yazım var, hepsi anlatarak anlama çabamı ve paylaşmaktan duyduğum derin zevkin eseridir. Bütün bunları çok önemsediğim zannedilmesin. Sadece ormanda yürürken kaybolmamak için geçtiği yerlere pirinç taneleri atan çocuğum ben. Her şey, her şeyin içinde, ister ayrıştırarak incele(bilim) ister bütünleyerek (mistik) fark etmez. Hayat holografiktir. Hiyerarşik değil heterarşiktir varlık alemi.

Her neyse daha fazla uzatmadan Rertrand Russell’in şu sözüyle bu yazıyı bitireceğim:

“Manevi bir çöküşün en büyük belirtisi, kişinin yaptığı işin çok önemli olduğunu düşünmeye başlamasıdır”
Bu hataya düşmemek için her daim uyanık kalmaya uğraşırım, ne derece başarırım o bilinmez. Sorularınız veya katkılarınız olursa sevinirim.

Son olarak urban Şaman konseptindeki bir düsturumuzu belirtmek isterim:

7.Prensip PONO bize doğruluğun ölçüsünün etkinliğinde olduğunu söyler. Yaptığımız şey kendimizde ve/veya bütünde bir yarar sağlamış mıdır? Şamanların mistiklerden ayrılan yanı da budur, bizler faydayı tam olarak şimdi ve burada bulmaya çabalarız. Tüm gerçekliklerde şifalandırma işlevlerimiz, şimdiye hizmet eder. Bu temel amaç doğrultusunda esnekliğin gücünü keşfederiz. Dalganın sırtında sörf yaparken belli olur bilgeliğimiz. Aloha

Devamını oku “Manevi alanlara Yöneliş”

Dünyada Neler oluyor?

Başlangıçta Powton, Kennedy’nin bilime yaklaşımından (kendi söylemiyle “Indiana Jones tarzı yaklaşımından” etkilenmişti): Belize’ye gelmiş, bilimsel araştırmanın standart kurallarını alaşağı etmiş, kendi zihniyle kumar oynamıştı. Ancak şu anda karşımızda, görünüşe göre LIS’li bir hastaya dönüşmüştü. Powton, “Onda ömür boyu kalıcı hasar bıraktığımızı düşündüm.” diyor. “Eyvah!” dedim kendi kendime, “Biz ne yaptık?”

Müthiş bir gerçek öykü, bilimsel detaylar yer aldığı için oldukça uzun, herhalde kimse bunu okuyacak kadar sabırlı değil. isterseniz tıklayın. Bilim insanlarının kendini denek olarak kullanması tarihte görülmemiş bir şey olmasa da böylesi olmamıştır!
Tezini herkese ispat eden ünlü nörolog Kennedy şöyle diyor; “Beyinlerimizi çıkarıp onları, bizim için her şeyi yapacak bilgisayarlara bağlayacağız. Bu şekilde beyin, sonsuza dek yaşayacak” dedi.
Bu tam da ünlü HİÇİ destanı isimli bilimkurgu roman serisinin konusu. Bir hayal daha bu gerçekliğe düşüyor. Gerçekten heyecan verici #Hiçidestanı

*

ZAMAN konusunda gerek bilimsel çıkarımlar gerekse yapılan yazılan kurgular aslında sadece beyanı yapan kişiyi işaret eder. Bundan bağımsız bir zaman olduğunu düşünmüyorum. Zaman benim!
Zaman kelimesi nasıl da insanın kendinden koparılıp ayrı bir kelime haline getirilmiş yanarım. Bu tıpkı yıllarca yakındığım SEVGİ kelimesinin icadı gibi, sadece israf değil, yanıltıcı ve saptırıcı.
Büyük ustaların bu konuda üzerine basarak söyledikleri;”şimdi ve burada” ben’im. Bence tek gerçeklik bu. Echart Tolle ustaya bizzat bunu yaşamakta olduğu için hayranımdır.
*

Bilim İnsanları Ölümün Bir İllüzyon Olduğunu Açıkladı

(tıklayınız)

Bilimkurgulara biraz aşina olanlar bile bu başlığı görünce gülümsemişlerdir. Dünya nereye gidiyor böyle değil mi?:)
Lanza web sitesinde ölümün zamansız ve uzaysız bir dünyada nasıl olmadığına dair açıklamalar yapıyor. Bu teori daha önce Einstein tarafından da dile getirildi. Yeni elde edilen kanıtlar Einstein’ı doğrular nitelikte. Lanza, ölümsüzlüğün zaman içerisinde kalıcı bir varlık olma anlamını taşımadığını, ancak zamanın ötesinde bir durumu olduğunu söylüyor. Profesör Lanza, bilinen şekliyle ölüm kavramının gerçekte olmadığını, çünkü tanımlanabilecek gerçek sınırların olmadığını söylüyor. İnsan ölme fikrini kabul etmeyi öğrenir, ancak bu aslında sadece akılda olan bir durumdur. Bu fikre göre onu gözlemleyen yaşamdan bağımsız hareket edebilen bir zaman yoktur.
O halde yaşamak nedir? Bana göre rol almak. Tabi bundaki gaye kişiye göre değişebilir, örneğin; burada bir filmde, tiyatro oyununda rol kapmak için canı pahasına uğraşanlar var.Hatta TV şovlarına çıkan biriyle aynı fotoğraf karesine girmek için kendini yırtanlar da var. Tabi başka amaçlar da vardır, bunu saymakla bitiremem,Urban Şaman konseptinde buna dair güzel açıklamalar var, bunun ötesine de zaten ufkum yetmez 🙂
Fakat ölümün şu kısmı gerçek; öldüğünüzde burada olduğunuzu sandığınız kişi değilsiniz ve o gerçekten ölüyor, tıpkı sahneden inip kulise geçmek gibi. Peki kulis nedir? Mutlak gerçeklik mi? Bana göre değil. İç içe geçmiş sarmallarda ve daima şimdi ve burada varız, o kısmından eminim.
Bu sebepledir ki gelmiş geçmiş ustalar hep rollerimize (dünyadaki kişiliklerimize) sarsılmaz bir inançla bağlanmayı tavsiye etmez. Rolünüzün hakkını verip iyi bir sanatçı olacaksınız ancak rol yaptığınız aklınızın bir köşesinde daima duracak. İşte buna Castaneda külliyatında denetimli delilik tabiri kullanılmıştır.
*

Dans, Beyindeki Yaşlanma Belirtilerini Tersine Çevirebilir

Yaşlandıkça, zihinsel ve fiziksel zindelikte bir düşüş yaşarız; bu da Alzheimer hastalığı gibi durumlarla daha da kötüleşebilir.Erişime açık olan Frontiers gazetesinde Human Neuroscience (İnsan Sinirbilimi) alanında yayımlanan yeni bir araştırma gösteriyor ki, düzenli olarak fiziksel egzersiz yapan ileri yaşlı insanlarda beynin yaşlanma bulguları tersine çevrilebiliyor ve bunda en derin etkinin dans etmek olduğu görülüyor.
Araştırmayı yöneten DrRehfeld, bizi koltuklarımızdan kaldırıp, en sevdiğimiz ritimde dans etmemizi sağlayacak tavsiyesiyle bitiriyor:“Herkesin mümkün olduğunca uzun,bağımsız ve sağlıklı bir hayat yaşamak istediğini düşünüyorum. Fiziksel aktivite,birkaç risk faktörüne karşı koymaya ve yaşla ilişkili gerilemeyi yavaşlatmaya katkıda bulunabilecek yaşam tarzı faktörlerinden biridir.Bence dans etmek, özellikle yaşlılık döneminde beden ve zihinle alakalı yeni zorlukları aşmak için güçlü bir araçtır.”dedi.Bu çalışma ömrü boyunca fiziksel ve bilişsel aktivitenin bilişsel ve sinirsel etkilerini araştıran geniş bir araştırma koleksiyonuna girmektedir. Haberin bütünü için tıklayınız

*

Kanser konusunda güç kazandığımız söyleniyor:

Devamını oku “Dünyada Neler oluyor?”

Bilinç Nedir?

Hep bilinçaltı ya da bilinçdışını merak eder,onu irdelemeye çalışırız ya, aslında bilinç konusu da oldukça müphem! Bilinç nedir? Ona kısaca farkındalık desek bu kez farkındalık nedir diye sormamız gerekir. Şöyle bir tanımlama yapılmış (sanırım felsefe sitesinden), ki okuyunca oldukça makul geliyor:
Bilinçlilik olduğunu düşündüğümüz kimi durumlar:
– Uykuda olmamak ve ya çevreye karşı farkındalığı kaybetmemek
 
– Psikotrop ilaçlar alındığında veya depresyon veya kaygı-endişe bozukluğu gibi mental hastalıklar esnasında kaybedilen hal
 
-.Yapmaya çalıştığımız şeye engel olan bir şey gibi dışsal bir uyarıcının farkında olmak.Yahut bir anı veya duygusal durum gibi içsel bir deneyimin farkında olmak.
 
– Otobiyografik anlamda bilinçli olmak,yani tarihsel bir tutarlılığa sahip aynı kişi olduğunun bilincinde olmak
 
– Davranışlarını inceleyebilmek ve niyet-motivasyonlarını saptayabilmek.
 
– Davranışlar hakkında etik yargılarda bulunabilmek ve özgür iradeye sahip olma hissini duymak
 
– İçinde duyduğun ,esasen beyinde gerçekleşen bilinçdışı süreçlerin çok küçük bir bölümünü oluşturan küçük iç ses!
 
Kısaca böyle.Peki Westword’ün ev sahipleri(androidler) de kendilerinde bu sayılan özellikleri bulmuyorlar mıdır?
 Örneğin “tarihsel bir tutarlılığa sahip aynı kişi olduğunun bilincinde olmak” deniyor, ben bunu ancak yedi-sekiz yaşlarında fark ettim, çünkü rüyalarım muazzamdı ve orada bir hayatım vardı fakat düşündüğümde gündüz yaşamımda bir devamlılık olduğunun farkına vararak buna GERÇEK, GECE OLANA rüya DEMEM GEREKTİĞİNE KARAR VERDİM. YANİ HAYATIM BU KARARLA ŞEKİLLENMİŞ OLDU. (pardon harfler büyük karakter olmuş)Peki bu karar aşamasını geçirmemiş olsaydım ne olacaktı?

Devamını oku “Bilinç Nedir?”

Legion ve diğerleri

Legion, bu yılın en ilginçlerinden biri fakat izlemek için sağlam olmak lazım, psikolojik anlamda sarsıcı ve yorucu. Pek çok bilgiyi bir araya getirmişler, gerçi yapım olarak bana biraz ucuz geldi ama kurgu az rastlanır ilginçlikte. Bu arada Laniakea’nın bir sahnesini hatta bikaç sahnesini ödünç almışlar gibi. İkinci bölümde CC’nin özetleme disiplinini işliyor.

Dördüncü ve özellikle beşinci bölümde bütünüyle, bizim urban shaman konseptinde işlediğimiz Garden Tiki kavramını görselleştiriyor.

*

Aramızda Casus Var –Burn After Reading

Bu filmi herhalde 2008 de izlemiş ve beğenmiştim fakat bikaç gün önce kuzenin ısrarı ile yeniden seyredince harika bir yapım olduğuna karar verdim hatta keşke bu senaryoyu ben yazabilseydim diye imrendim.

Film, Alkolik olduğu gerekçesiyle CIA’deki işinden kovulan analist ajan Ozzie Cox’un büyük hayal kırıklığı ile giriştiği anılarını yazmasıyla tam bir kara komediye dönüşmesini anlatıyor. Yönetmen bize, kişiler olarak, saygın olması gereken kurumlar olarak çok yüzlü yaşamlarımızı, kendini yüceltme eylemlerini ve tüm bunların çerçevesinde kapitalist rüyanın sistem eleştirisini hem çok sert hem de çok yumuşak diyebileceğim -isim koymakta zorlanıyorum- bir biçimde anlatıyor.

Oyuncu kadrosu da bir alem! Çok zengin çok: Brad Pitt ,  George Clooney ,  John Malkovich ,  Tilda Swinton ,  J.K. Simmons

Israrla öneririm.

*

Devamını oku “Legion ve diğerleri”