Dünyada özellikle son 30 yıldır giderek artan oranlarda manevi alanlara yönelindiği biliniyor. Bunların içerikleri, dinler, uzak doğu öğretileri, şamanik olgular ya da amerikanın modernize ettiği ve bir çok başlık altında öne sürülen tüm yöntemler dahilinde değişse bile amaç aynı; maneviyata yöneliş.
Fakat bu “manevi yönelişin”hangi amaçla böylesine hızlandığına dair gerçek bir araştırma var mı bilmiyorum. Bana sanki teknolojinin sıçrama yapışı ve acımasız bir büyüme gösteren kentleşme, doğadan kopuşla gelen yalnızlaşmanın bir sonucuymuş gibi geliyor. Yani aslında insanlar bu boyutun gerçekliğinden kaçmak için uğraşıyor gibiler. Bazı kişiler bu gidişatı engellemek için manevi arayışı küçümseyip çeşitli aktivitelerde cesurca yer alıp bizzat ellerini taşın altına koyuyorlar, bu da ayrı bir grup oluşturuyor kanımca.
Yukarda belirttiğim yöneliş sebeplerinden eksik bıraktığım şey ise bilinçlenme arzusu; bunu hangi sebeple talep ediyoruz diye baktığımızda kısaca “görüş alanımızı” artırmak, hayatla daha kolay baş etmek, problemlerimize daha geniş perspektiften yaklaşıp onları anlayabilmek ve sonuç olarak İLİŞKİLENDİRME kabiliyetimizi artırmak diyebiliriz.
Eski yazılarımda ben de sık sık belirttim; “şimdi ve buradan başka zaman-uzay” yok ki nereye kaçacaksınız diye sordum. Yanlış anlaşılmasın, tüm bu arayışları gayet olumlu buluyorum fakat amaçta bir aksama seziyor, hatta bunca yıl sonunda fiilen gözlemliyorum. Bazen kişilerin kendi farkında olmadıkları biçimde; ya bu dünyada elde edemedikleri farklı güç/güçler elde etme peşinde olduklarını yahut bu dünya koşullarında tüm isteklerini karşılamış olup, oluşan boşluğu doldurmak isteğinde olabileceklerini sanıyorum.
Peki neden böyle düşünüyorum?
“maneviyat, bir din değiştirme, bir inanç ya da kanaat sorunu değildir; dünyada olma tarzıdır. en belirsiz ve basit hareketlerimizde yansıması görülür: yürüme ve yemek yeme tarzımızda; diğer insanlara açık olmamızda; zaman, iktidar, kader ve sessizlik karşısındaki tefekkür tarzımızda; kısacası fikir olmayan, ideoloji olmayan her şeydedir…” Der İranlı yazar Daryus Şayegan Yaralı Bilinç isimli kitabında. Hatta şöyle bir anektod olduğu da söyleniyor:
Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir adam, iran’a döndüğünde ülkesine kavuşmanın heyecanı içindedir. evine gitmek için tahran havaalanı’nda bir taksiye biner. yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. şoför sorar:
“tütüncüde ne yapacaksınız beyim?”
“sigaram kalmamış… iki paket sigara alacağım.”
“alamazsın beyim, sigarayı artık camide satıyorlar!”
“camide mi satıyorlar? yahu, cami allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?”
“hayır beyim! ibadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.”
“peki, o zaman eğitim nerede yapılıyor?”
“eğitim hapiste yapılıyor beyim!”
“hapiste hırsızlar, soyguncular yok mu?”
“onlar artık mecliste beyim!”
Maalesef ben bu kitabın yalnızca özetini okumuşum, kendini de bulursam almak üzere listeme ekledim. Yine orada şöyle bir cümle dikkatimi çekti:
“İslamdaki buhran hakkında; “âlimlerin yeni bir epistemeye geçecek riski göze alamamaları” tabiri kullanılmış. Bu konuda uzman bir görüşüm yok fakat Hristiyan papalığının aynı zafiyeti kendi içinde halledebilmek adına son yıllardaki revizyonist bildirileri öyle sıklaştı ki, duyunca artık şaşırmıyor sadece gülümsüyoruz.
Şimdi benim kısaca özet verdiğim yazılarıma alışmış olan dostlar neden konuyu uzattığımı merak edebilir, onu da dürüstçe itiraf edeyim: Bu iç döküşe başladığımda tam da “peki ben neden böyle düşünüyorum” diye sorup kendi fikrimi açıklamak üzereyken araya bir şeyler girdi ve uzun süre ben bu konuya dönemedim, fakat unutamadım da. O başlangıcın üzgün üzgün beni beklediğini göz ucuyla fark ediyordum. Fakat ne diyeceğimi unutmuştum! Şimdi siz de benim gibi gülüyorsunuzdur. Bu sabah kalktım ve aslında niyetimin ne olduğunu hatırlama çabasına giriştim; çünkü bilen bilir bende sıfır ezber, herhangi bir şey söylüyorsam tam o anda bana intikal etmiştir, aklımda önceden (en azından bilgim dahilinde) bi şey kalmaz. Dolayısı ile ben şimdi ve burada acaba bu başlangıcı sonuca erdirebilir miyim diye bulunuyorum. Göreceğiz bakalım.
Galiba sorunun kökeni madde ve mananın çok keskin çizgilerle birbirinden ayrılmasında yatıyor. Ve bu dualitik katılaşma sanırım, kurumsallaşan dinlerin orta ve yani çağ boyunca barizleşen hatta giderek zalimleşmeye varan gelişimini yıkmak, ya da dengelemek adına son 300 yılda bilimsel yöntemi benimseyenlerin de aynı tarzda çalışmasından, üstelik önceki bağnazlığı yıkmaya çabalarken bu kez kendi kazdığı kuyuya düşmesiyle oluştu. Böylece madde ve mana; bilim ve din gibi tuhaf ötesi bir taraflaşma ortaya çıkardı. Bu durumu sosyologlar felsefeciler daha güzel kelimelerle ifade etmişlerdir muhakkak, ben sadece kendi görüşümü belirtiyorum.
Beni bu duruma uyandıran yaklaşık 25 sene önce dikkatimi çeken ve yoğun olarak anlamaya çabaladığım Kuantum fiziği oldu. Anlama girişimlerimi hem on binin üzerinde makale ve kısa yazılarımda hem de kitaplarımda rahatça görebiliyorum. Çocukken ve gençken çevremi ve olup biteni gözlemlerken (ki iyi bir gözlemciyimdir) bir terslik olduğunu hep görüyordum fakat insanların bunu neden düzeltemediklerini anlayamıyordum, çünkü çok zeki, kültürlü bir çok insan vardı, yaşayan ya da geride bıraktıkları eserlerle iz bırakanların yol göstericilikleri neden toplumdaki bu tarafgirliği alt edemiyordu? Üstelik yine bahsettiğim manevi alanlara yöneliş, bilim insanlarında da sıklıkla rastlanıyordu. Buna paralel, manevi alanda uzmanlaşmış bazı kişilerin de bilimsel yöntemlere ilgi gösterip kendi savlarını onaylatma ihtiyacına da şahit oluyordum. Belli ki madde ve mana dualitesi tarafların zeki ve sezgisel olanlarınca fark edilmiş ve bu olguların sentezini yapma çabası bariz hale gelmişti. İnsanlar bu sentezi neden yapamıyordu? Bana göre “amaç ve araç” kavramlarını karıştırmıştık! Araçlar sanki sihirli biçimde amaç halini almıştı! Bunu çok çok yıllar önce fark ettim ve bir zamanlar sürekli bunu yazardım. Şimdi kendime gülüyorum.
Uzun süre şamalıkla ilgilendim hatta Toltek bilgeliği konusunda seneler süren gayrı resmi doktora öğrenciliğimden de bahsedebiliriz. Derken, bilinen insanlık tarihinin çok öncelerinden kopup gelen bir öğreti ile Huna Bilgisiyle karşılaştım! Bu benim için kuantumdan sonraki ikinci milat oldu 🙂 Türkiye’de bilinmiyordu, yabancı kaynaklar tercüme edilmemişti sadece tek ve bence asıl kıymeti anlaşılmamış bir özet halinde Türkçeye kazandırılan “Kahuna Şifacılığı” isminde yayımı eskice bir kitap buldum. Okurken inanamadım. Şaşkınlık tüm benliğimi sarmıştı. Sonrasında yazarı Sergei Kahili King’in hakkında araştırma yaptım, vidolarını izledim ve tüm kitaplarını getirtip kendimce tercüme ettim. Ve bu sayfalarda Kategori kısmında göreceğiniz “Urban Şaman” konsepti içinde detaylı bir biçimde anlatmaya, bu konuda atölyeler düzenlemeye başladım.
Peki neydi beni bunca heyecanlandıran? Aslında var olmayan madde-mana ikiliğinin ispatıydı tabii. Üstelik kuantumun felsefi içeriğiyle fevkalade uyuşuyordu. İki miladım bir olmuştu. Bunun nasıl olduğunu anlatmak için 3000 yazı daha yazacak sabrım yok haliyle :))) Sadece adres vermekle yetiniyorum. Her birimizin yolu ve miladı farklıdır, biriciktir, buna rağmen ortak bilincimiz, dünyanın bilinci, zaman ve uzaydan bağımsız olarak bunların hepsinin şaşmaz bir ortalamasını alır. Bunu da fark ettiğimde BAK Birleşik alan kullanımı oyunu/performansı adında bir uygulama başlatmıştım. Verdiğim adreslerde yüzlerce yazım var, hepsi anlatarak anlama çabamı ve paylaşmaktan duyduğum derin zevkin eseridir. Bütün bunları çok önemsediğim zannedilmesin. Sadece ormanda yürürken kaybolmamak için geçtiği yerlere pirinç taneleri atan çocuğum ben. Her şey, her şeyin içinde, ister ayrıştırarak incele(bilim) ister bütünleyerek (mistik) fark etmez. Hayat holografiktir. Hiyerarşik değil heterarşiktir varlık alemi.
Her neyse daha fazla uzatmadan Rertrand Russell’in şu sözüyle bu yazıyı bitireceğim:
“Manevi bir çöküşün en büyük belirtisi, kişinin yaptığı işin çok önemli olduğunu düşünmeye başlamasıdır”
Bu hataya düşmemek için her daim uyanık kalmaya uğraşırım, ne derece başarırım o bilinmez. Sorularınız veya katkılarınız olursa sevinirim.
Son olarak urban Şaman konseptindeki bir düsturumuzu belirtmek isterim:
“7.Prensip PONO bize doğruluğun ölçüsünün etkinliğinde olduğunu söyler. Yaptığımız şey kendimizde ve/veya bütünde bir yarar sağlamış mıdır? Şamanların mistiklerden ayrılan yanı da budur, bizler faydayı tam olarak şimdi ve burada bulmaya çabalarız. Tüm gerçekliklerde şifalandırma işlevlerimiz, şimdiye hizmet eder. Bu temel amaç doğrultusunda esnekliğin gücünü keşfederiz. Dalganın sırtında sörf yaparken belli olur bilgeliğimiz. Aloha”
Devamını oku “Manevi alanlara Yöneliş” →