Bilimkurgu benzeri gelişmeler

Dragonfly Projesi

Nasa’nın 2026 yılında başlayacağı Titan’la ilgili görev. Güneş sisteminin ikinci büyük ayı olan Titan, Satürn’ün uydusu ve şartları itibariyle dünyanın ilk zamanlarını andırıyor. Kalın bir buz tabakası ile kaplı olsa da metan ve etandan oluşan çok sayıda nehir,göl ve denizlere sahip.Buralarda henüz bilmediğimiz bir tür yaratık türemiş olabilir. Ya da belki ünlü Solaris, Titandır!

Bu arada seyahati dev bir dron yapacakmış.

*

Işığın yeni bir özelliği keşfedildi: ÖZ-tork

Işığın yeni keşfedilen, bir burguyla dönen tirbuşonu andıran andıran özelliği. self-torque. Bu yöntem kullanılarak tıpkı  iletişim cihazlarında frekansların modüle edildiği gibi, son derece ince malzemelerde yapısal değişim gerçekleştirilebileceği söyleniyor.

 

*

AY Yolculuklarında bilmediklerimiz

 

Devamını oku “Bilimkurgu benzeri gelişmeler”

Manevi alanlara Yöneliş

Dünyada özellikle son 30 yıldır giderek artan oranlarda manevi alanlara yönelindiği biliniyor. Bunların içerikleri, dinler, uzak doğu öğretileri, şamanik olgular ya da amerikanın modernize ettiği ve bir çok başlık altında öne sürülen tüm yöntemler dahilinde değişse bile amaç aynı; maneviyata yöneliş.
Fakat bu “manevi  yönelişin”hangi amaçla böylesine hızlandığına dair gerçek bir araştırma var mı bilmiyorum. Bana sanki teknolojinin sıçrama yapışı ve acımasız bir büyüme gösteren kentleşme, doğadan kopuşla gelen yalnızlaşmanın bir sonucuymuş gibi geliyor. Yani aslında insanlar bu boyutun gerçekliğinden kaçmak için uğraşıyor gibiler. Bazı kişiler bu gidişatı engellemek için manevi arayışı küçümseyip çeşitli aktivitelerde cesurca yer alıp bizzat ellerini taşın altına koyuyorlar, bu da ayrı bir grup oluşturuyor kanımca.
Yukarda belirttiğim yöneliş sebeplerinden eksik bıraktığım şey ise bilinçlenme arzusu; bunu hangi sebeple talep ediyoruz diye baktığımızda kısaca “görüş alanımızı” artırmak, hayatla daha kolay baş etmek, problemlerimize daha geniş perspektiften yaklaşıp onları anlayabilmek ve sonuç olarak İLİŞKİLENDİRME kabiliyetimizi artırmak diyebiliriz. 

Eski yazılarımda ben de sık sık belirttim; “şimdi ve buradan başka zaman-uzay” yok ki nereye kaçacaksınız diye sordum. Yanlış anlaşılmasın, tüm bu arayışları gayet olumlu buluyorum fakat amaçta bir aksama seziyor, hatta bunca yıl sonunda fiilen gözlemliyorum. Bazen kişilerin kendi farkında olmadıkları biçimde; ya bu dünyada elde edemedikleri farklı güç/güçler elde etme peşinde olduklarını yahut bu dünya koşullarında tüm isteklerini karşılamış olup, oluşan boşluğu doldurmak isteğinde olabileceklerini sanıyorum.
Peki neden böyle düşünüyorum?

“maneviyat, bir din değiştirme, bir inanç ya da kanaat sorunu değildir; dünyada olma tarzıdır. en belirsiz ve basit hareketlerimizde yansıması görülür: yürüme ve yemek yeme tarzımızda; diğer insanlara açık olmamızda; zaman, iktidar, kader ve sessizlik karşısındaki tefekkür tarzımızda; kısacası fikir olmayan, ideoloji olmayan her şeydedir…” Der  İranlı yazar Daryus Şayegan Yaralı Bilinç isimli kitabında. Hatta şöyle bir anektod olduğu da söyleniyor:

Yıllarca ülkesinden uzak kalmış bir adam, iran’a döndüğünde ülkesine kavuşmanın heyecanı içindedir. evine gitmek için tahran havaalanı’nda bir taksiye biner. yarı yolda şoföre, ilk tütüncüde durmasını söyler. şoför sorar:
“tütüncüde ne yapacaksınız beyim?”
“sigaram kalmamış… iki paket sigara alacağım.”
“alamazsın beyim, sigarayı artık camide satıyorlar!”
“camide mi satıyorlar? yahu, cami allah’ın evidir, oraya ibadet etmeye gidilmez mi?”
“hayır beyim! ibadet etmek için artık üniversiteye gidiliyor.”
“peki, o zaman eğitim nerede yapılıyor?”
“eğitim hapiste yapılıyor beyim!”
“hapiste hırsızlar, soyguncular yok mu?”
“onlar artık mecliste beyim!”

Maalesef ben bu kitabın yalnızca özetini okumuşum, kendini de bulursam almak üzere listeme ekledim. Yine orada şöyle bir cümle dikkatimi çekti:

“İslamdaki buhran hakkında; “âlimlerin yeni bir epistemeye geçecek riski göze alamamaları” tabiri kullanılmış. Bu konuda uzman bir görüşüm yok fakat Hristiyan papalığının aynı zafiyeti kendi içinde halledebilmek adına son yıllardaki revizyonist bildirileri öyle sıklaştı ki, duyunca artık şaşırmıyor sadece gülümsüyoruz.

Şimdi benim kısaca özet verdiğim yazılarıma alışmış olan dostlar neden konuyu uzattığımı merak edebilir, onu da dürüstçe itiraf edeyim: Bu iç döküşe başladığımda tam da “peki ben neden böyle düşünüyorum” diye sorup kendi fikrimi açıklamak üzereyken araya bir şeyler girdi ve uzun süre ben bu konuya dönemedim, fakat unutamadım da. O başlangıcın üzgün üzgün beni beklediğini göz ucuyla fark ediyordum. Fakat ne diyeceğimi unutmuştum! Şimdi siz de benim gibi gülüyorsunuzdur. Bu sabah kalktım ve aslında niyetimin ne olduğunu hatırlama çabasına giriştim; çünkü bilen bilir bende sıfır ezber, herhangi bir şey söylüyorsam tam o anda bana intikal etmiştir, aklımda önceden (en azından bilgim dahilinde) bi şey kalmaz. Dolayısı ile ben şimdi ve burada acaba bu başlangıcı sonuca erdirebilir miyim diye bulunuyorum. Göreceğiz bakalım.

Galiba sorunun kökeni madde ve mananın çok keskin çizgilerle birbirinden ayrılmasında yatıyor. Ve bu dualitik katılaşma sanırım, kurumsallaşan dinlerin orta ve yani çağ boyunca barizleşen hatta giderek zalimleşmeye varan gelişimini yıkmak, ya da dengelemek adına son 300 yılda bilimsel yöntemi benimseyenlerin de aynı tarzda çalışmasından, üstelik önceki bağnazlığı yıkmaya çabalarken bu kez kendi kazdığı kuyuya düşmesiyle oluştu. Böylece madde ve mana; bilim ve din gibi tuhaf ötesi bir taraflaşma ortaya çıkardı. Bu durumu sosyologlar felsefeciler daha güzel kelimelerle ifade etmişlerdir muhakkak, ben sadece kendi görüşümü belirtiyorum.

Beni bu duruma uyandıran yaklaşık 25 sene önce dikkatimi çeken ve yoğun olarak anlamaya çabaladığım Kuantum fiziği oldu. Anlama girişimlerimi hem on binin üzerinde makale ve kısa yazılarımda hem de kitaplarımda rahatça görebiliyorum. Çocukken ve gençken çevremi ve olup biteni gözlemlerken (ki iyi bir gözlemciyimdir) bir terslik olduğunu hep görüyordum fakat insanların bunu neden düzeltemediklerini anlayamıyordum, çünkü çok zeki, kültürlü bir çok insan vardı, yaşayan ya da geride bıraktıkları eserlerle iz bırakanların yol göstericilikleri neden toplumdaki bu tarafgirliği alt edemiyordu? Üstelik yine bahsettiğim manevi alanlara yöneliş, bilim insanlarında da sıklıkla rastlanıyordu. Buna paralel, manevi alanda uzmanlaşmış bazı kişilerin de bilimsel yöntemlere ilgi gösterip kendi savlarını onaylatma ihtiyacına da şahit oluyordum. Belli ki madde ve mana dualitesi tarafların zeki ve sezgisel olanlarınca fark edilmiş ve bu olguların sentezini yapma çabası bariz hale gelmişti. İnsanlar bu sentezi neden yapamıyordu? Bana göre “amaç ve araç” kavramlarını karıştırmıştık! Araçlar sanki sihirli biçimde amaç halini almıştı! Bunu çok çok yıllar önce fark ettim ve bir zamanlar sürekli bunu yazardım. Şimdi kendime gülüyorum.

Uzun süre şamalıkla ilgilendim hatta Toltek bilgeliği konusunda seneler süren gayrı resmi doktora öğrenciliğimden de bahsedebiliriz. Derken, bilinen insanlık tarihinin çok öncelerinden kopup gelen bir öğreti ile Huna Bilgisiyle karşılaştım! Bu benim için kuantumdan sonraki ikinci milat oldu 🙂 Türkiye’de bilinmiyordu, yabancı kaynaklar tercüme edilmemişti sadece tek ve bence asıl kıymeti anlaşılmamış bir özet halinde Türkçeye kazandırılan “Kahuna Şifacılığı” isminde yayımı eskice bir kitap buldum. Okurken inanamadım. Şaşkınlık tüm benliğimi sarmıştı. Sonrasında yazarı Sergei Kahili King’in hakkında araştırma yaptım, vidolarını izledim ve tüm kitaplarını getirtip kendimce tercüme ettim. Ve bu sayfalarda Kategori kısmında göreceğiniz “Urban Şaman” konsepti içinde detaylı bir biçimde anlatmaya, bu konuda atölyeler düzenlemeye başladım.

Peki neydi beni bunca heyecanlandıran? Aslında var olmayan madde-mana ikiliğinin ispatıydı tabii. Üstelik kuantumun felsefi içeriğiyle fevkalade uyuşuyordu. İki miladım bir olmuştu. Bunun nasıl olduğunu anlatmak için 3000 yazı daha yazacak sabrım yok haliyle :))) Sadece adres vermekle yetiniyorum. Her birimizin yolu ve miladı farklıdır, biriciktir, buna rağmen ortak bilincimiz, dünyanın bilinci, zaman ve uzaydan bağımsız olarak bunların hepsinin şaşmaz bir ortalamasını alır. Bunu da fark ettiğimde BAK Birleşik alan kullanımı oyunu/performansı adında bir uygulama başlatmıştım. Verdiğim adreslerde yüzlerce yazım var, hepsi anlatarak anlama çabamı ve paylaşmaktan duyduğum derin zevkin eseridir. Bütün bunları çok önemsediğim zannedilmesin. Sadece ormanda yürürken kaybolmamak için geçtiği yerlere pirinç taneleri atan çocuğum ben. Her şey, her şeyin içinde, ister ayrıştırarak incele(bilim) ister bütünleyerek (mistik) fark etmez. Hayat holografiktir. Hiyerarşik değil heterarşiktir varlık alemi.

Her neyse daha fazla uzatmadan Rertrand Russell’in şu sözüyle bu yazıyı bitireceğim:

“Manevi bir çöküşün en büyük belirtisi, kişinin yaptığı işin çok önemli olduğunu düşünmeye başlamasıdır”
Bu hataya düşmemek için her daim uyanık kalmaya uğraşırım, ne derece başarırım o bilinmez. Sorularınız veya katkılarınız olursa sevinirim.

Son olarak urban Şaman konseptindeki bir düsturumuzu belirtmek isterim:

7.Prensip PONO bize doğruluğun ölçüsünün etkinliğinde olduğunu söyler. Yaptığımız şey kendimizde ve/veya bütünde bir yarar sağlamış mıdır? Şamanların mistiklerden ayrılan yanı da budur, bizler faydayı tam olarak şimdi ve burada bulmaya çabalarız. Tüm gerçekliklerde şifalandırma işlevlerimiz, şimdiye hizmet eder. Bu temel amaç doğrultusunda esnekliğin gücünü keşfederiz. Dalganın sırtında sörf yaparken belli olur bilgeliğimiz. Aloha

Devamını oku “Manevi alanlara Yöneliş”

Merak ettiklerimiz ve öylesine esenler

Kimileri dijital oyunların çocuklar ve ergenler üzerinde olumsuz etkilerinden bahsede dursun bazı bilimsel araştırmalar da bu konuda kayda değer bir fark gözlenemediğini söylüyor. Gerçi belki saldırganlığa yol açmıyor ama günde üç saatin üzerinde bu oyunları oynayanların diğerlerine oranla olgunluk seviyelerinde dikkat çekici bir fark olduğu da bulgulanmış. Belki de bu onların yaşları ve değişen çağ itibariyle normaldir. Aslında kimse Z kuşağının ne olup ne olacağını kestiremiyor.
Araştırmacı Mirjana Bajoviç bu oyunları günde üç saatten fazla ve grup olarak oynayan gençlerin dış dünyadan kopma eğilimi sergilediklerini, bu sebeple yeterince fırsata(!) sahip olamadıklarını göstermiş. Söylendiğine göre Sanal ve şiddet içeren bir dünyada fazla vakit geçirmek oyucuları çeşitli sosyal deneyimleri geçirmeleri gereken zamandan çaldığı için, doğru ve yanlışı (!)  ayırt edebilecek algıyı geliştirmelerine engel oluyor. Peki bu şimdi gençlerin kusuru mu oluyor yoksa bu oyunların yaratıcılarının kusuru mu? ve üzerlerinde bir kontrol mekanizması olmadığından mı? Bence tıpkı ilaç ve yiyecek için uygulanan FDA gibi bir merkezden onaylanmalı bu oyunlar.

Bunun sonuçlarını görecek kadar yaşayabilecek miyim bilmiyorum. Ben de küçüklüğümden bu yana strateji oyunlarına meraklıyım ve muntazam oynarım. Hatta son yıllarda sorumluluğum azaldığından günde üç saate yakın oynuyor olabilirim. Ve biraz asosyalliğim var evet fakat bu durum yumurta-tavuk döngüsüne benziyor, acaba zaten asosyal olduğum için mi sanal ortama kayıyorum bu belli değil!

*

Siber Tarım” olarak adlandırılan henüz yeni denenmekte olan bir alan var, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Aslında buna çevresel kontrollü tarım, dikey tarım ya da kent çifliği de deniyor. Amacı verilerin bir araya toplanıp kullanılmasını sağlayacak açık kaynaklı bir teknoloji yaratmak. Şimdilik Fesleğen bitkisi ile başlanmış, lezzeti inanılmaz artırıldığı gibi hastalıklarla mücadele etme konusunda çabalar sürdürülüyormuş.

*

Bilimde yanlışlanabilirlik ilkesi de aslında boş hipotez kavramından kaynaklanmaktadır. Bir bilinmezi açıklamaya yönelik hipotezimiz, yani bilimsel bir iddiamız, öyle bir doğaya sahip olmalıdır ki, onun ilk etaptaki otomatik reddiyesinden doğan “boş hipotez” (yani iddianın tersi) çürütülebilir (yanlışlanabilir) olsun. Çünkü eğer ki boş hipotez yanlışlanabilir değilse, bilimsel olarak test etmenin bir yolu yoktur. Bu durumda hipotezimizin kendisi de bilimsel olamaz. Halbuki boş hipotezin çürütülebilir olması müthiş önemlidir; çünkü unutmayın: Eğer ki boş hipotez çürütülebilirse; orijinal iddia ispatlanmış olur. Yine bir örnek verelim:

Devamını oku “Merak ettiklerimiz ve öylesine esenler”

Tübitak 4006 ve 4007 Projeleri

Son bir kaç gün Tübitak projeleri ile ilgileniyorum. Gençlerin bilime ve bilimsel gelişmelere bu kadar ilgili olması gerçekten hoşuma gidiyor. Geleceğimiz hakkında bana güven veriyor. Tabi ilgilenenleri görüyorum sadece bir de ilgilenmeyen milyonlarca bir kesim var. Onlar görüş alanımda olmadığı için ortalamanın da çok düşük olduğunun farkındayım. Umarım bu anlayış, kültür, algı biçimi yayılır ve bilim sevdalısı bir çok insan olur.

Hoş gerçi dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, bu oran hep düşük olacaktır. Sanki yüz kişiden bir kaçı böyle geriye kalanı maalesef bilimden uzak oluyor. Bunun için yapacak bir şey yok sanırım henüz.

Robotlar aslında ne ister?

Biz insanlar da robotlar gibi yazılımlarla doluyuz. Aramızdaki farkın duygular olduğu söylenir bilimkurgularda fakat bu da muğlak bir ayrım çünkü duyguları düşüncelerimiz, düşüncelerimizi ise zaten yazılımlar oluşturur. Robotlar ölmez biz ölürüz.Aslında onlar da eskir, parçaları yazıılımları güncellenir ve sadece çok daha uzun dönem için kişiliklerini korurlar.
Ban göre kendi aralarında üremiyor oluşları şimdilik en belirgin farkımız çünkü insanlardaki üreme, yeni bireyin anne babadan randomsample aldığı şeylerle (tesadüfi seçim) oluşuyor ve yeni bir şey ancak böyle ortaya çıkabilir. Yazılımların icat edemeyeceği denli tuhaf ötesi bileşimler çıkıyor ortaya insanda.
Örneğin robotların turing testini geçmeleri bana pek olası gelmiyor.çünkü onlara 50 tane lisan yazılımı yükleseniz dahi, annenin yavrusuna yüklediği manada olmaz yani gerçeklik belirmez. Orada devreye giren bambaşka bir şey var. Bunların başında belli belirsiz işleyen bu iyi bu kötü, bu doğru bu yanlış vardır. Bunlar eğer robota yazılımla yüklenirse çok net olacağından onu kandırmak kolay olur ama insanı kandıramazsın bu anlamda. Örneğin  robotlara ahlak normlarını herhangi bir kültürü baz alarak yazılım olarak yükleyebilirsin ama bu asla mother tongue (ana lisanı) ile yüklenen büyünün yerine geçmez bence.
Robotlarda özgür irade olmadığı söylenebilir. Bu da hayli tartışmalı bir konu.
Bazen ben bir kere ve özel bir durum için insanımsı bir yaratığa özgür iradesiyle hareket etmesi söylenmiştir. Ve sonra bu giderek insanlık için müktesep hak haline gelmiştir (bence), çoğu şey böyle olur hayatta. Örneğin bir robotla şöyle bir konuşma yapabilirsiniz:

Devamını oku “Robotlar aslında ne ister?”