Dendiritler ve Beynimiz

Merak ediyorum da, ağaçlar rekor oranda azaldıkça beynimizin kapasitesi de düşüyor mu? Beynimizdeki dendiritlerin ne kadar ağaca benzediğini düşünürsek -zaten kelime yunanca kökenliymiş ve ağaç anlamına geliyormuş- böyle bir önerme çok da mantıksız sayılmayabilir fakat yumurta-tavuk paradoksu gibi acaba dendritlerimiz yıprandığı ve kısaldığı için mi (yani beyinsiz olduğumuzdan mı) dünyadaki ağaçlar da azalıyor, yoksa ağaçlar azaldıkça beynimiz dumura mı uğruyor? belki hem hem dir yani ikisi de doğrudur. 🙂
Not: Dendritler: Bir sinir hücresinde (nöronda) yüzlerce, binlerce dendirt bulanabilmektedir. Bu dendritlerin uzunlukları milimetrelerle anlatılır. Bu kadar kısa olmalarına rağmen Dendritler beynin işleyişinde oldukça önemli bir yere sahiptir.
Dendritler, çevre hücrelerden gelen sinyalleri alarak nöron hücresinin gövdesine ulaştırır. Bu da bilgilerin çevreden alınmasında yani hafızanın etkili çalışmasında dendritlerin ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.

*

Devamını oku “Dendiritler ve Beynimiz”

Kendinizi ikna edin

Parayı her türlü eylemin başarı ölçüsü sayan bir maneviyat ile, derinliğin, anlayışın ve merhametin olduğu bir maddiyat arasında birinden birini seçmek zorunda değiliz, karşıtımızı içerebiliriz ki bunu reddeden sadece zihnimiz, biz zaten bütünüz.

*

Padişahı kendi iradesiyle üzerinden silkelemeyen, kanunla cumhuriyet şapkası giyen varlığımız, şimdi hangi yana uzayacağını bilemiyor, güneşe bakıyor ki bilsin gölgesi ne yöne düşmüş!.

*

Toplumun sivil toplum örgütlerinden, medyadan mahrum bırakılması büyük sorun çünkü insanlar kendilerini ifade mercilerini kaybetmiş oluyorlar ve diyemedikleri duygu ve düşünceler içlerini şişiriyor. Bu şişkinlik sık sık kaynama noktasına getirir artık insanları. Bence yönetimin psikolojik sosyolojik danışmanları -herhalde vardır- bu aksaklığı bir an önce gidermeliler. Yoksa “hesap sorarım” cümlesi ve ses tonu ile sindirilen kurumlar bu yönetime kar değil ciddi zarar getirecektir. Bunu zaten herkes görüyordur çok önemli bi buluş yapmadım sadece hatırlanması ve hatırlatılması lazım diyıe düşünüyorum o kadar.

*

Referandum kararı bence makul bir çözüm, en azından başlangıç olarak.
Hele ki referandum İstanbul çapında değil Taksim merkezli de olabilir diye açık çek verildiyse (ki öyle ifade edildi) bana adil bir öneri olarak görünüyor.
Zaten şu an yürütmeyi durdurma kararı var, bu kesinleştiği takdirde zaten başka bi şeye gerek kalmaz.

Tabii bu çözüm, polisin aşırı ve orantısız güç kullanımından dolayı açılacak davaları ve dolayısı ile sorumluların gereken bedeli ödeyecekleri gerçeğini engelleyecek bi şey değil. Bence artık şimdi resmi olarak hak aramanın istikrarlı olarak hazırlıklarının yapılması ve sürdürülebilir kılınması konusunda çalışma yapma zamanı.

Referandum kararı şu anda tüm emeklere değecekk denli önemli bir başlangıç. Daha az bi çaba bunu sağlayamazdı. Sağduyulu olmak ve kanunlar çerçevesinde bu adımı en iyi en geniş biçimde değişime yol açacak bi hale çevirebilmek gerekli.
Referandum çözümü çoğu kişiyi hele gençleri memnun etmeyebilir ancak hayatta her istediğimiz olmuyor ayrıca bugünkü gelinen noktada her birimizin bizatihi bireysel ve akraba atalarımızın sorumlulukları var. Böyle sanki uzaydan gelen bi şeyle karşı karşıyaymışız gibi sızıldanmayı savaşçılığa uyduramıyorum ben.

Ses tonu çok önemli! AKp adına yapılan açıklamanın sesi duymak istediğim bir tondu. Hiç kimse hiç bi gurup hiç bi kurum bi günde değişmez. 
Belki fazla temkinli biriyimdir. Bi de öfkeyle kalkan zararla oturur diye atasözümüz var ve bu olayda tam olarak başbakana olan buydu. Ben bunun farkında olunmasını istedim.

Sonuç olarak, halihazırda her cephede bi çok değişiklik olduğunu, hiçbi şeyin bi daha eskisi gibi olmayacağını, bunu zaman içinde -eğer unutmazsak- açık biçimde göreceğimizi sanıyorum

*

Dün bir demeç vardı, kimindi kaçırdım, Diyordu ki özetle; bu olayların Türkiyeye zararı gezi parkındaki her bir ağaç başına şu kadar liraya patlamıştır. Parapara para Napolyon kulağın çınlaya!

Seni seviyorum Dünya.

Evet herkesi ama illa da maviş dünyamız, sevgilimiz. Seni seviyorum Dünya.

Bu yıl sevgilime ağaç hediye edeceğim(onun hediyeleri yanında hiç kalır ama, çam sakızı çoban armağanı)

TEMA Vakfı ağaç başına 5 TL, Ege Orman Vakfı 4 TL almakta. En azından bir ağaç da olsa gönlünüzden kopsun. Bir sinema bileti yerine 3 ağaç, bir hamburger menüsü yerine 2 ağaç dikebiliriz.
“Biz dünyayı atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan ödünç aldık.”

Ben Ege ormanı tercih ettim. 2011 tane değilse de 11 tane güzelcik çam daha dikilsin istedim 🙂
http://www.egeorman.org.tr/orman.aspx

Başka ağaç dikim bağış mercileri varsa lütfen sizler de bu yazıya yorumla haberdar edin.

Köylerde ne var ne yok?

Cumartesi günü İznik’e gittik. Sisli bir gündü ama yılmadık.

İzniğin iki köyünü gezdik. Bir tanesi seksen haneli diğeri biraz daha büyüktü. Her iki köyde de okul yok. Önceleri varmış ancak yıpranmış ve onarılacak bütçe çıkmamış. Buna mukabil her iki köyün ortasında da yeni yapılmış devasa aynı şekil ve renkte gıcırgıcır iki cami var. Belki görmediğiniz için abarttığımı sanabilirsiniz ancak ben başımı çevirip ilk kez gördüğümde uzay aracı sandım. Minareleri nerdeyse gördüğüm en uzun olanlarından.

Köyde evler yıkık dökük, yolları berbat, çorak. Evlerin bahçelerinde bi tane bile meyve ağacı yok! İnanılır gibi değil ama gözlerimle gördüm. Kahvede oturup bir çay içtik, içim sıkıldıkça sıkıldı. Ben ki bırakın böyle İstanbula birbuçuk saat mesafede köyleri, defalarca anadolunun ücra yerlerinde köylere gitmiştim. İki ayrı köyde oturdum, uzun süreli yaşadım, hatta ilkokul diplomam köy okulundandır. Yani köy, köylü bilmediğim şey değil. Aslında değildi demeliyim artık; çünkü bu gördüğüm köylerde ruh kalmamış, yaşamıyorlar sanki. Köyler yaşlı fillerin ölmek için gittikleri ücra yerlere benzemiş.

Oranın bir köylüsü,  camiyi nasıl yaptıklarını anlatırken biraz canlanır gibi oldu, gözleri parıldadı. Bu tepkisinden gururlandığı anlaşılıyordu. İki gecedir düşünüyorum neydi bu diye. Sonuçta köylümüzün büyük bir yalnızlık ve çaresizlik içinde vefat etmiş olduğuna karar verdim. Bu memlekette sosyal konularda bir çok kıymetli akademisyenimiz olduğu muhakkak ve eminim ki bu hazin durum için sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve siyasal saha araştırmaları yapmışlar ve bunları yayımlamışlardır. Fakat bu çalışmalarla pek karşılaşma imkanı bulamıyoruz. Günlük ucuz pop karmaşası içinde muhtemelen görülüp duyulmuyordur (Yapılmamış olabileceklerine asla ihtimal vermiyorum).

Türkiye’de tarım ve hayvancılığın bitirildiğini, genç nüfusun çaresizce büyük kentlere göç ettiğini biliyoruz. Büyük kente doğru gelen bu gençler, takke, başörtü ve pardesüden oluşan resmi kıyafetlerini giyip, iş, yatacak yer ve gelecek arıyorlar. Çok normal buluyorum bunu.  Türkiye bütçesinin sağlık eğitim ve din harcamaları kalemleri elden ele dolaşıyor tekrar edecek değilim sadece 67000 okula karşın 85000 cami olmasının ve Diyanete 2007 itibariyle ayrılan bütçenin 2,7 katrilyon olduğunu unutmayayım diye günlüğüme not düşmek istiyorum.

Bu mevcut durumu bizim halkımız, bizim köylümüz istiyor. İnsan ihtiyaç duymadığı bir şeyi neden istesin? Sanki ihtiyaç duymamaları mümkünmüş gibi oluşan bu tabloları kızgınlıkla karşılayan bir kesim var. Toplumu garip şekilde ikiye üçe bölmekten rant elde edeceklerin ekmeklerine yağ süren, orta halli gelire sahip, az buçuk tahsil yapmış kendilerini üstün gören bu kişilere bakıyorum ve şaşırıyorum.

Ülkedaşlarımın yarısından çoğu kırgınlık, çaresizlik içinde feryat ediyorlar, bu gidişatın kendi yaşam arzularını sıfıra indirdiğini ve belki  artık yalnızca ölüm sonrası için beklentilerinin kalmış olduklarını daha nasıl anlatsınlar?

Gelir dağılımındaki, yargıdaki, eğitim ve sağlıktaki hiç bişey eşit paylaşılamıyor. Şunu söyleyebilecekler vardır belki; “bu her zaman her yerde geçerli, ne zaman hakça paylaşım olmuştu ki? Ama halk böyle bir infial haline gelmiyordu, şimdi ne oldu?”

Bence şimdi “Televizyon” oldu! Toplumun kaymak tabakasının hayatları gözler önüne serildi. Her gece ve gündüz, ağaların, fabrikatörlerin, kaçakçıların yalılardaki hayatlarını, sevgi ve saygıdan nasiplenmemiş dallas entrikalarını seyrediyorlar ve anlıyorlardır ki bu uçurum asla kapanmaz daha kötüye gider. İyi tahsil yapıp, saygı ve hoşgörü dolu bir hayat sürdürerek mutlu olduğunu seyrettikleri örnekler var mı televizyonlarda? Ya şarkıcı- manken, futbolcu ya da düzenbaz olunabilsin veya sayısaldan at yarışından İddaa’dan bişey kazansınlar da maküs talihlerinden yırtabilsinler.

Genel kanı “okuyup da ne olacak, görüyoruz işte. Her biri bir kapııda sürünmekte” sonucu çıkıyorsa bir ülkenin medyasından, o halde bu insanların artık neye bel bağlıyacakları açık ve kaçınılmaz görünüyor bana. Çok da anlamlı bence, dürüstlük yok, ahlak yok, samimiyetsizliğin bini bir para ise bi şeyin bu sistemi çökertmesi lazım. Gidilen yolun en iyi örneği Amerika ve biz onun uşağı ve bağımlısı olarak demek ki ondan bile beter olacağız.

Belli ki köylü bu duruma dur diyor artık,  madem çare değil ne gerek bana okul, bana cami gerek cami diyor. Açlık geldiğinde pırılpırıl uzay araçlarına doluşup bu dünyayı terk edecekler.