Açken Diplama işe yaramaz

#şehirdenindimköye zamanı bile elden kaçıyor korkarım, fotoğraflara baktığınızda #megakent faciasını anlamak hiç de zor değil zaten!


az önce arkadaşım Zeynep, Antalya ile İstanbul’u karşılaştıran samimi bir yorum hatta soru göndermişti ve benim de çenem açıldı, dedim ki

Bu olayın tabii hem fizik hem metafizik sebepleri var; İstanbul’un aurası çok karışık ve çok kirli çünkü aslında bütün Megakentler buna benzer durumda berbat! Gürültü korkunç düzeyde bunu uzak semtlerde mesela benim gibi yaşayan insanlar çok fazla hissetmeyebilir fakat kulakların duymaması geri plandaki Megakent gürültüsünü silmiyor yani aslında onu duymasakta duyuyoruz ve bu durum feci bir stres yaratıyor , dijital frekans kirliliği en üst düzeyde, herkes ilaç kullanıyor herkes hasta herkes sinirli. Günün üç 4 saatini yolda geçiren insanları düşün bunlar için hayat çekilmez durumda fakir fukaraları hiç bahsetmiyorum bile. Ayrıca toprak ile bağlantısı kesik yirmi milyon insanın elektrik düzeyini hesap dahi etmek istemem. Büyük şehirler kültürel anlamda da aynı zamanda paçozlaşır! Gelelim metafizik durumuna şimdi bu bizden daha yüksek boyutdaki varlıkların negatife boyutlu olanları için Megakentler adeta bir cennettir çünkü kendi gelişimleri için gerekli bütün hünerleri bir biçimde burada uygulama alanı bulurlar. Burası yönetimdeki insanların da katkısıyla siyasi arenanın en depresif olduğu, küresel gücün en iddialı ve manipülatif etki gösterdiği yer. Dünyanın bu anlamda merkezi konumunda!

Devamını oku “Açken Diplama işe yaramaz”

VARsıl- YOKsul

Yoksulların açlığını gidermek kolay. Asıl sorun, zenginlerin açlığının giderilmesinin imkansız olması!

Demişler, doğrudur da neden? Sebebini düşündünüz mü?

  • Turan Erdal İlki bedensel, digeri zihinsel oldugu icin…

    Jaan Eric Maslow ihtiyaclar semasinin en alt basamagindakiler icin karnin doymasi en temel ihtiyac, karni doydugunda toktur artik, bir dahaki acikmaya kadar. Yukseldikce tatmin, beklenti yukseliyor, paranin hersey oldugu bir deger anlayisi yaratiliyor, realiteyi yaratanlar oldugumuz unutuluyor veee sonuc hep aclik..

    Sibel Atasoy Söyledikleriniz gayet yerinde görünüyor. Benim de ilk aklıma gelen “sürdürülebilirlik” oldu. Bi şeye bir kez ulaşmak nisbeten kolaydır. Yeterli ve saf arzu bile bazen şans çarkını işletir. Fakat o şeyi sürdürülebilir kılmak büyük bi iştir! İşte bana göre zenginlerin tasası ve doyamaması seviyelerini sürdürülebilir kılmak olunca açlık bitmez. bu sadece parasal refah için değil, sürdürmek istediğiniz her şey için geçerlidir ve belki paradan çok aşk konusunda kendini alanen gösterir.
  • Jaan Eric Zorla guzellik olmuyor, zer(altin, para, mal) ile de olmuyor, birakmayi hatirlamak icindir belki de hersey 🙂

    Turan Erdal Surdurebilirlik guzel bir tez. Zenginler ellerindeki olanları kaybetmekten korkuyorlar. Bir seyi olmayanın da kaybedecek bir seyi olmaz.

    Jaan Eric Tabi birakmaktan muradim, kendi kilifindaki sen sanislari birakmak, yoksa disarida birakilacak birsey yok, kilifin sanislari sustukca icerdekinin sesi yukseliyor, ozgurce 🙂
  • Çağla Necat Çünkü açlık korkusu olanın açlığı hiç giderilemez.

    Sibel Atasoy Çok doğru. Bu korkunun sebebi nedir sence?

    Çağla Necat Bu korku Kur’an da bile geçer.. Hristiyanlar için mi Yahudiler için mi hatırlamıyorum gerçi.. Gökten sofralar inmiş ya yarın inmezse diye saklamalarından cezalar verildiği söylenir.

    Turan Erdal Bulundugumuz yerden dusmek surekli insani korkutur.

    Sibel Atasoy Neden neden, ah bu çileli başımız nedennn? (beste yaptımm) :))))
  • Çağla Necat Hadislerde en çok övülen davranışlardan biri cömertliktir. Hem para hem de yiğeceğini verme yiğeceğinden vazgeçme ve açlığa sabretme. Bu çok büyük bir nefs terbiyesi yoludur. Açlık bizim insani değil belki de hayvani yönümüzdür.

    Sibel Atasoy Hiç sanmam, hayvanlar doyunca doyar, özel durumlar haricinde biriktirme faaliyetleri yok onların.

    Turan Erdal Senin söylediğin süreklilik ile korkuyu birlestirebilirsek çok güzel bir teori olur.

    Sibel Atasoy e zaten birleşik onlar :))) Bizler algılayanlarız. Algıladıklarımızın rasgele değil sürdürülebilir olmasını isteriz. Bütün rüyalar bu istek sebebiyle kuruluyor. Einstein bile tanrının zar atmasını hazmedemedi 🙂
  • Turan Erdal İnsan kendi ınsaa ettiği şeyleri kaybetmekten korkuyor. Einsteinde de durum aynı galiba, yıllarca emek verdiği bir teorinin yıkılmasını görmek.
  • Sibel Atasoy YOKsul ve VARsıl, oyunun dengeye gelip yavaşlaması hatta sona ermesi tehlikesine karşı alınmış önlemler gibi geliyor bana. Dengede de uyunabili! Uyanık olmak için akla hayale gelmeyen mekanizmalar var hayat oyununda 🙂

Televizyon icat edildi mertlik bozuldu

Castaneda ile Don Juan’ın bi lokanta sahnesi vardır hani, boşalan masalardaki yiyeceklere üşüşen aç çocuklarla ilgili.

Castaneda bu çocuklara acımış hatta böyle çöp toplayıcı yetiştirilmelerini de yargılamıştı. DJ ise ona, kısaca “sen kendine bak önce” ! Sen kimsin ki ona buna acıyorsun demişti.

Ben bu durumu 12 yaşındayken deneyimledim. O zamanlar kısa bir süre için Sivas’ta yaşıyorduk. Bir yaz günü civar bir köye gezmeye gittik. Yol çok uzundu, hoplaya zıplaya canımız çıkmıştı. Sonunda toprak tümsekleri üzerinde ineklerin otladığı bir yerde durduk. Köye geldik dediler. Ben şaşırdım tabi, ortada ev filan yoktu. Arabadan inip biraz dolaşınca iş anlaşıldı, meğer o tümseklerin altı evmiş! Ortada koşturan kırmızı yanaklı gayet sağlıklı çocuklar vardı. Uzun süre buğdayın dövenle sap-saman ayrılma işlemini seyrettim, ilk kez gördüğüm için ilginç gelmişti.

Sonra akşam eve dönünce bana bir hüzün çöktü. Oradaki çocuklariçin müthiş bi acıma hissiyle dolmuştum; ev sayılmayacak evlerde oturuyorlar ve çoğu Sivası bile görmeden orada ölüyorlardı! Üç gün yemek yiyemedim.

Sonra birden ayıldım! Kendi kendime aymıştım. Kendim bana dedi ki: “Hay sersem kızım, insanlar ancak sahip olduklarını yitirdiklerinde ya da varlığından haberdar oldukları şeye erişemediklerinde mutsuz olurlar. O köydeki çocuklar senden daha mutlu ve sağlıklı. Herhangi bir yoksunluk duyguları yok. Sen sadece empati yaptın ve kendin adına asılsız bi acıma icat ettin!”

Çok rahatlamıştım ve normal hayatıma döndüm.. Ta ki Televizyon icat edilene kadar gayet iyiydim. TV ler yayılırken, köylere, nahiyelere, şehirlerin yoksul evlerine girip baş köşeyi aldığında bendeki eski yara nüksetti! Çünkü artık onlar dünyayı görebiliyorlardı ve kendileri adına yoksunluk hesabı çıkartabilme lüksüne(!) kavuşmuştular. Yine üzüntü bastı beni ama artık yetişkindim ve bu duygulara paçamı kaptırmadım! (tercümesi hayat gailesi yoğundu ve bu durum hislerin örtülmesine sebep olmuştu)

Muhtemelen durumu, Castaneda ile aynı dünya yılında kavramıştık, ben 12 yaşındaydım, CC de 0tuzlarında filan.

Son söz: Televizyon icat edildi mertlik bozuldu.

Yorumlarımız:

  • Hanife Altuntas

    senin ve castanade’nın yaşadığı şeyi biçoklarımız deneyimlemiştir..ben de böyle durumların içinde olduğum anlar kendimce çok üzülür ve sistemi vs sorgulardım. Don Juan’ın castanade’ya söyledikleri bende ki o hali bıçak gibi kesip attı..bazı zamanlar o duygu gelir gibi olur ama hemen hatırlarım.bilgi insanı olma yolunda, görece varsıllık değerlerimizin ve iyi yaşam koşullarının bir üstünlük olmadığını, acıma duygusunun sadece kendimizle alakalı zaafların bir sonucu olduğunu kavrarım..

    Sibel Atasoy harika

    Esra Akkaş acıma hissinin içindeki o gizli kibir öyle bir şey ki, bence onu hisseden kendine “acımalı” 🙂

    Hanife Altuntas kişi kendine acımamalı, tam tersine kendine karşı acımasız olmalı..kendine karşı acımasız olan, başkalarına karşı da acımasız olur..burada bahsedilen acımasızlık, kendine acımanın tam tersidir ve bence hayati öneme sahiptir. kişide çok iyi saklanır ve onu takip edip yakalayabilmek için usta bir avcı olmak esastır.

    Sibel Atasoy iz sürücü, kendi izini sür sevgili 🙂
  • Esra tabi 12 yaşındaki bir kız çocuğunu bu açıdan yargılamıyorum. normal ve olağan şeyler. ama insan olgunlaştıkça kendini ayrıcalıklı ya da özel gibi hissetmemeli karşısındaki ne durumda olursa olsun. edep ederim.. bu arada ben o evleri merak ettim acaba özel bir ismi var mı?

    Sibel Atasoy aa yok o zaman ben büyümemişim hala Esra hanım, çünkü ben kendimi hala özel, biricik, ben’im hissediyorum, tabi herbir insanı hatta yaradılmış olan her bi şeyi birricik özel görüyorum 🙂 Bu sebeple kendim dahil hiç kimseye acıyamam

    Esra karşılaştırmalı bir özel olma durumundan bahsediyorum. mesela sizin benden benim de x ten daha özel olmam gibi bir şey 🙂 herkes özeldir.. ben şanslıyım ben özelim, sen şu durumda olduğun için şuna sahip olmadığın için değilsin gibi bir şey

    Hanife Altuntas

    sanıyorum, burada bahsi geçen duygu hali ayrıcalık hissinden çok diğer çocuklara acıma..castaneda, yemek yediği otelin dışındaki masaların etrafında toplanan çocuklara da aynı hissiyatı besliyor..artıklarla beslenen çocuklardır bu ve bir castaneda da acımayla karışık utanma hali yaratır bu durum.kendi durumunun daha iyi, bu çocuklarınsa en baştan çizilen kötü kaderleri içinde daha içinden çıkılmaz bir halde olduklarını düşünür..ama bu algısı, öğretilmiş bir algıdır.ve zaten DJ bunu kendisine çok iyi ifade edecektir..

    Sibel Atasoy Anlatmak istediğini anlamıştım ama yine de açık olsun diye üstüne dokundurdum Esra hnmcım
  • Hanife Altuntas işin içinden çıkılması en zor yanı da, bu acıma hissinin “insani” birşey olduğuna dair öğretilmişlik hali.

    Sibel Atasoy süperrr

    Esra ‎:) 🙂 anladım Sibel hanım zaten beni anlayacağınızı biliyordum. bir de tepeden bakarak kimseye yardım edemeyiz. kendimizi eşit hissetmeden bunu tam anlamıyla yapmak zor.
  • Hanife Altuntas başkalarına yardım etme konusunu bana hep çok ilginç gelir.nedeni de sanırım şu: ben dediğim zat, yardıma muhtaçken,- ki bunu onu hazırlıksız yakaladığım her an görebiliyorum- nasıl olurda başkalarına yardım etmekten söz edebiliyorum diyorum..bu kimi zaman bana kendi gerçekliğimden kaçmak, kimi zamanda kendimi aldatmak gibi geliyor ve hepsi de aynı kapıya çıkıyor sanırım.

    Esra kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak diyebilirim ki insanların dışarıdan bakınca ” yazık, kötü ” olarak nitelendirdikleri durumların içindeyken, aslında hiç de öyle durumlar olmadığını gördüm. hatta nasıl görünürse görünsün her zaman her şey harika ve mükemmel hissini yaşıyorsunuz böyle zorlu durumlarda

    Sibel Atasoy TV konusuna ben dokunayım bari :))) Eskiden kültürümüzde yediğinden giydiğinden uluorta bahsetmek ayıp sayılırdı; çünkü imrendirme ihtimalinden çekinilirdi. Bugün TVlar, hepsi sözleşmiş gibi, aynı şeylerden bahsediyorlar ve bunlar hesapsız para gerektiren durumlar. Kimse çıkıp kendi özgün hikayesini anlatmıyor, yediğini değil gezip gördüğünü anlatmıyor. Köyün dağın yaşayanlarından iz yok TV larda. Öyle hikayeler yapıyorlar ki, tasını tarağını topla kaç oralardan gibi. Buğdayı nerden gelir, sütü yumurtası ekmeği kimsenin umrunda değilmiş gibi! Bu komedi-dramalar nedense dikkat çekmiyor, herkes sanki çok normalmiş gibi seyredip gidiyor
  • Esra ben de ona çok takmış durumdaydım bir ara. çok izlenen dizilerdeki aşırı lüks tüketim ve yaşantı. buna sahip olan ne kadar küçük bir azınlık var halbuki ama hepimiz izliyoruz!
  • Hanife Altuntas istisnaları var ama sibel..ntv de pazar günleri “doğada tek başına” diye bi program var.serdar kılıç – ki ben ona savaşçı diyorum- parasız pulsuz nasıl yaşanır, nasıl mutlu olunur, doğaya geri dönüşün yolları nelerdir yaşıyor ve anlatıyor.herkese tavsiye ederim bi bakın lütfen. ben her izlediğimde, içimde tarifsiz bir özlemle doluyorum..kaynaklarımızdan köklerimizden koptuğumuzu, geri dönüşe imkan vermediğimiz bir yola çıktığımızı ama her daim, orayı, doğum yerimizi arayıp hasretini çekeceğimizi hissediyorum..

    Sibel Atasoy İstisnalar kaideyi bozmaz 🙂 biliyorum öyle hoş şeyler var ve her TV’nin kanunen zorunlu tutulmuş halkı aydınlatma görevllerne ayrılmış küçü kbi pay. Hoş bizimkiler bu zorunluluğu,yemek tarifleri ve ssağlık programlarıyla aşmayı beceriyorlar yine de. Siz hiç bi dizi de ya da haber programında, kameranın kitap okumakta olan birine zum yaptığını gördünüz mü?
  • Hanife Altuntas dün bir magazin programında kadının biri, “kendimi insan gibi hissettim, topuklu ayakkabı giyip makyaj yaptım” diyordu:) antenleri biraz ince ayara getirdiğinizde, manipülasyonu görebiliyor ve gülümseyerek izleyebiliyorsunuz.

Bilmek isteyen!

“Bilmek isteyen” ve “Teslim olmak isteyen” yönlerimiz her an iş başında ve her an kavga halindeler. İkili büyüme spiralinin gereği galiba bunlar. Bilmek isteyen yanımızı harekete geçiren “şüphe” dir. Bu sebeple din ve türevleri onu şeytan ilan ettiler. Peki şüphe dışında bir başka tetikleyicisi yok mudur “Bilmek isteyenin”?

Sorum baki kalsın, bir tali yola gireyim; spiralin bu iki yönü, eril ve dişil olarak bilinir. Teslim olmak isteyen dişil yöndür. Ve işin ironisi, o bilinmek ister! O halde biz bunu neden dualitik yaşıyoruz? Neden bi kavga var sanıyoruz?

**

Galiba gerçekten bilmeyi isteyenin tetikçisi meraktır. Oldukça saf ve çocukça, bilmeme halinin aydınlatılması için içten gelen dürtüdür merak.

**

Az önce son derece yaratıcı bir reklam sloganı duydum, diyor k: “açsan sen değilsin” 🙂 süper… Tabi bu durum fiziksel, duygusal, mental vs tüm vechelerimiz için geçerli.

“karanlıkta insan olmak zor” diye bi şiirim vardı, onu anımsattı bana 🙂

Açlık, çoğu kez akıl mekanizmasının pas geçilmesine sebep oluyor. Örneğin cinsel açlık çeken biri rahatlıkla “bana bişey olmaz” davranışı içinde oluyor. Burada sanırım ana fikir akıl mekanizmasının saf dışı kalmasıdır. Ancak bunun belki iyi tarafı da akla uygun olduğu halde alışkanlık çukuruna düşmüş şeylerin bünyede yarattığı bozunuma tersten bi tokat çakması denebilir!

**

Bi şeyin senden bağımsız mutlak bi anlamı hatta varlığı olabilirmiş gibi konuşuyorsun. Konuşmayı geçtik bi de dayatıyosun. Sen masumsun. Ben yorgun.

**

Bazen “köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demek “gerekir. Önemli olan “köprüyü geçinceye kadar” kısmını akılda tutabilmektir. Bu samimiiyetsizlik değildir, bir savaşçının kararlılığıdır. Savaşçı olmayanlar daha köprünün yarısına gelmeden köprü fikrini unutmuş olurlar.

**

Aldığın cevapların doğru olduğunu sandığın için sorma! Hoşuna gittiği için, sende bişeyleri hatırlattığı için sor. Böylece başka cevapları da duyabilir o güzel kulakların.

**